Son Üç Ay İçin


        Bu neydi? Güneş miydi yoksa bu doğan yuvarlak cisim? Göremiyordum tam, galiba çok parladığındandı. Ya da görmek istemediğimdendi. İstemiyordum o yuvarlak cismi. Sahi, neydi o yuvarlak cisim? Hatırlayamıyordum bir türlü. Gerçi kim istiyordu ki hatırlamak? Bilmiyorum ne neydi, ben kimdim. Galiba öğrenmek de istemiyordum ya da hatırlamak. Ben, ben değilsem; daha iyi biri olabilirdim. Belki de daha kötü biri ama sonuçta biri olurdum. Yaşadıklarım, hiç yaşanmamış olurdu. En azından şu son üç ay. Bir ay kaç gündü? Şimdi de bu geldi aklıma. Bu aralar oluyor böyle karışıklıklar aklımda. Şu üç ay, ne zordu öyle. Bir türlü geçmemişti. Ne kadar çok dökmüştüm gözyaşı. Ne kadar çok duvara vurmuştum, kim bilir. Ben saymadım en azından. Belki yukarıdan biri saymıştır. Saydıysa söyler herhalde zamanı geldiğinde ve duvara vurmama sebep olan kişiyi de bilgilendirir diye düşünüyorum. Bu kadar yoğun duygular yaşattıran biri bilmeli nelere sebebiyet olduğunu. Belki de biliyordur da aman demiştir. Kim takar ki böyle şeyleri? Galiba aydı bu. Yeni yeni geliyordu aklıma hayattaki şeyler. Ay olmalı diye tekrarlıyorum da doğrudur herhalde. Değilse bile benim suçum değil. Ay olmalıymış o yuvarlak şey. Parlıyor ve saatler saatleri kovalarken o da gökyüzüyle yer küreyi kovalıyor. Aynı şeyler, ay.

 

Gözlerimi açmıştım ya da bilmiyorum, belki gözlerim hep açıktı ama görmüyordum; görmek istemiyordum. Şimdi görmeye karar verdim. Görüyorum, önce bir ağaç var- gökyüzüne temas eden. Ve ay ile beraber yaprakları hışırdayan. Yeşilliğinden ağaç olduğuna karar vermiştim ve yaprakları vardı. Bu nasıl olduysa kalmış aklımda, ağaç: yeşil ve yapraklı. Görüyordum onu ve yapraklarını. Gökyüzü de ne kadar büyükmüş. Kollarımı açıyordum ve bir türlü sığdıramıyordum. Tam sığdı derken sol köşeden biraz daha gökyüzü görünüyordu. Sola kaydırınca kollarımı sağdan kalıyordu gökyüzü. Ben de küçültmeyi denedim gökyüzünü. Onu alıp vakumlu bir poşete koyar gibi yaptım. Sağdan soldan baskıyla ittirdim. Küçülüyordu sanki. Gerçekten sığıyordu artık kollarıma. Büyülü bir işti bu sanki. Ama büyü yoktu. Sonuçta ben büyücü olmadığıma göre büyü yapamam ama dışarıdan bir büyücü halime üzülüp benim için büyü yaptıysa bilemem. Gökyüzünü kollarıma aldıktan sonra hediye etmek istedim. Kafamı sola çevirdim. Kuş sesleri vardı ve ay. Işıltısı artmıştı. Sesler çok netti. Bir de horoz ötüyordu. Horozun ne işi vardı burada? Neyse ki sol tarafta daha ilgi çekici bir nesne vardı. Yoksa ay ve horoz bağlantısı beni çok yorardı ama belki sonra düşünürüm diye aklıma not ediyorum bunu. Sol tarafımda çevresinden bağımsız bir şey vardı. Bakınca daha fazla bakma istediği uyandırıyordu o şey. Yetmiyordu ona bakmalarım. Her bir noktasına bakmam gerekiyordu sanki ama aynı zamanda bu yorucu bir işti. Çünkü öyle bir enerji yayıyordu ki enerjisini almaya çalışırken kendi enerjimden daha fazla sarf ediyordum. Bıkmıyordum bir türlü bakışlarımdan. Horoz ötmeye devam ediyordu. Sanki hiç susmayacaktı. O da ne? Bir papağan mı yoksa? Papağanlar kente mi inmişti? Kent neresiydi sahi? Burası neresiydi? Ben kimdim?

 

Aklım yine karışmıştı. Düşünmemem gerekiyor da olabilir. Zaten fazla düşünmenin kime faydası olmuş ki? Düşünüyorduk da ne oluyordu? Sonuçta önemli olan şeyleri biz yapmadık ki? Mesela ayı biz yapmadık, öyle değil mi? Solumdaki şeyi biz yapmadık. Sahi solumda biri var. Gözlerim bulanmıştı bir anlığına. Şu son üç ayı unutamıyor muydum? Belki de bir psikoloğa gitmem gerekiyordur. Psikolog neydi? Ama yine de gitsem iyi olabilir. Solumda atan bir kalp sesi duyuyorum. Kalp sesi duyulur mu? Benim kulaklarım mı hassas? Belki de hissediyorumdur kalp atışını. Nasıl hissederim ki ona temas etmeden? Kafamın altında kalbi var galiba. Omzuna yaslanmış olabilirim. Tam omuzda değil galiba, göğsüne doğru kafamı koymuşum. Oradan duyuyormuşum meğer. Şu son 3 ayı bilseydi keşke.

 

Biliyor muydu acaba? Bilmemeliydi, yani ben anlatmamıştım ona. Öyle hatırlıyorum. Yoksa yanlış mıydı hatırlamam? Ay iyice tepede şimdi. Daha fazla ışıldıyor. Horoz da sustu. Demek ki susarmış horozlar. Bence bilmiyordu üç ayı. Bilseydi böyle olmazdı. Gerçi oldukça biliyormuş gibiydi davranışları. Saçlarım sallanıyordu. Rüzgardandı. Rüzgar mı vardı? Hangi yönden esiyordu? Saçlarımı uçuran rüzgar güzel kokuyordu. Koklamayı seviyordum. Her esişinde gözlerimi kapıyordum ve kokuyu içime çekiyordum. Ne kadar huzur verici bir şeymiş bu diyordum. Galiba sesli söylüyordum ya da gülümsüyordum, anlamamıştım. Ama rüzgar hissetmiş olmalıydı ki gülümsüyordu. İçimden böyle de gülünmez diye düşünüyordum. Sanki ay oydu. Öyle parlıyordu. Saçlarımın arasında bir his vardı, elleriydi galiba. Elleriymiş o rüzgar. Soldan esiyormuş. Kimdi bu? Son üç ayı biliyor muydu?

 

Elleri yumuşaktı ve uzundu parmakları. Saçlarımın uzunluğuyla kıyaslıyordum. Saç diplerime değen hafif hissiyat yumuşaklığını temsil ediyordu ellerinin. Hoştu. İyi hissettiriyordu. Sanki özlemini duyduğum o histi. Özlemini duymuşum içten içe. Son üç ay yormuştu beni. Düşünceler, gözyaşları, duvarlara vurmalar. Bazen de gelip giden duygusal boşluklar. Duygusal boşluk neydi? Boşluğa düşülmez miydi? Duygu da hissedilir, öyle değil mi? Hislerimize mi düşüyorduk? Düştük diyelim, nasıl çıkıyorduk ki? Bilmiyordum ki. Bilemezdim çünkü ben orada değildim, hiç olmadım galiba. Ya da biri öyle bir yardım etti ki, uykumda beni kucağına alıp yukarı taşıdı. Sol tarafımdaki rüzgar olabilir miydi bu? Son üç ayı biliyor muydu?

 

Görmemin dışında gözlerim yaşarmaya başlamıştı. Nedendi ki? Kötü müydü görmem? Kötü bir şey mi görüyordum? Daha dikkatli bakmalıydım belki. Soldan esen rüzgar gözyaşlarımı da alıp götürüyordu. Öyleydi ki bıraktığı hissiyat, ayı düşünmeyi unutmuştum. Güzel hissettiriyordu. Demek ki üç ayı bilmiyordu. Kalbi atıyordu ve elleri saçlarımdaydı. Kafam göğsündeydi, kafamı kaldırdım. Bakmak istedim, görmek onu. Görüyordum. Gözlerim biraz nemliydi, bulanıktı görüşüm. Elleri saçımda değildi, rüzgar kesilmişti. Şimdi rüzgar gözlerimdeydi. Netleşmeye başlamıştı görüşüm. Gülümsemesini görüyordum. Üç ayı bilmiyor muydu? Elleriyle gözyaşlarımı silmişti, sonra bakmaya devam etmişti. Öyle dikkatlice bakıyordu ki dönüp kendime bakmak istedim. Sonra rüzgar boynuma esmeye başladı. Yumuşak ve ılık bir rüzgardı. Tam sevdiğim gibi. Ay batıyordu galiba. Saatler saatleri kovalamış olmalı. Boynumda nemli bir tat hissediyordum. Küçük küçük ıslaklıklar. Nemliydi boynum. Bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı aralıksız nemli hisler vardı boynumda. Gözlerimi kapamıştım yine, ne güzel hisler vardı şu dünyada. Hissetmek. Hissedebilmek. Hissediyordum.

 

Her şey hissedilir miydi? Mesela şu an beni hissediyor mu? Şu son üç ayı düşününce o da bunu biliyor oluyor mu? Bence bilmiyor, bilse burada kalmazdı. Kalmamalı öyle olursa. Kim neden acı çekmek istesin ki? Başkalarının acıları bize yalnızca acı katar. Biraz da birbirimize bağlar. Peki bağlanmaya kimin ihtiyacı var? Ay göğe bağlı da ne oluyor? Ay kaçıyor, gök kovalıyor. Bunlar bile duramıyorlar bir türlü. Ay batıyordu galiba. Horoz yeniden ötmeye başlamıştı. Bu horozlar 12 saatte bir mi gün doğuyor sanıyor? Anlamamıştım. Son üç ayı bilse... Acılarla mı bağlanmalıydık? Acılar bize ne kazandırır bağlanma dışında? Değersiz olmaz mı acıları paylaşmak? Herkes mutluluğunu paylaşır. Mutluluk neydi sahi? Nasıl anlardım mutlu olduğumu? Peki bazı acılar mutlu olamaz mı? Mesela flütünü çok üflemekten yoruldun ama aynı zamanda yaptığın sanattan mutlu oldun. Çelişki mi var yoksa burada? Solumda yeniden rüzgar başladı. Esiyordu ama bu sefer bacaklarımda. Narin bir rüzgardı. Yavaş hareket ediyordu. Öyle yavaştı ki nefesimi dolu dolu içime çektim. Burnuma gelen bu koku da neydi? Koklamak neydi? Koku alınır mıydı, duyulur mu? Belki hiç birisidir. Belki hepsi.

 

Solumda hareketlenme vardı, yine. Biraz kafam sallanıyordu, sağa doğru. Rüzgar yön değiştirmişti ve ben de yön değiştirmiştim. Bu sefer rüzgar bana bakıyordu. Karşımdaydı. Acımasızca bakıyordu bana. Acımasız mı neydi? En derinine bakabilen bir duyguydu acımasızlık. Öyle derinleri görüyordu ki- en azından siz öyle sanıyorsunuz- korkuyorsunuz üç ayı görecek diye. Belki yeni yeni anlamaya başlamıştır üç ayı. Ama benim suçum yoktu ki? Neden korkuyordum? Horoz da ötmüyor muydu? O da korksun. Bir de papağan vardı ve ağaç. Korkmak nasıldır? Belki de korkulacak yanı yoktur. Belki sadece iyi üç ayı görüyordur. İyi üç ay mı var? Bu kafamı karıştırmıştı. Yine de üç ay benimdi. Benim. Ben yaşadım. Geri alamıyorum. Birileriyle yaşadık. Duygularımız karşılıklıydı. Şimdi o korksun. Ben yaşadım çünkü ve kırgınım. Kırgın bir kalp kolay kazanılmaz, kork.

 

Üç ay neydi gerçekte? Hatırlıyor muyum? Belki de hayaldi sadece. Ben bile bilmiyorum ne neydi, ben kimdim? Tek bildiğim şu ağaçtı, gökyüzüne değen. Yeşil ve yapraklı. Bir de ay vardı, saat gibi göğü kovalayan. Horoz bile gerçek olmayabilir. Ya da sadece saatini yanlış zamana kurmuştur. Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey daha var: üç ay, acıydı. Acıyordu da hala. Ama solumdaki o şey... gözlerimi kapayıp nefes aldım. Ağaç güzel kokuyordu. Ağaç solumdakiydi sanki. Ağaç acıtır mı? Acı neydi? Acıyı bilmiyordum da solumdaki güzeldi. Düşünmeye başlamıştım artık ve görmeye ve duymaya ve hissetmeye. Bakışlarının üzerimde gezdiğini hissedebiliyordum. Saçlarımdan göğsüme, sonra ellerime, sonra bacaklarıma. Durmuyordu, belki de durmamaya programlanmıştı. Dudaklarım nemlenmişti. Rüzgar esiyordu ve rüzgar saçlarını da dağıtmıştı. Kestane rengi tel tel saçları uçuşuyordu. Gözünü kapamıştı saçları tel tel. Elimi uzattım- elim varmış ve hissedebiliyorum-. Gözlerini açtım. Ayı görsün istedim. Ay nereye kayboldu? Gözleri gözlerime denk gelmişti. İşte o an kaçıramadım gözlerimi. Artık öğrenme zamanıydı galiba. Biliyor muydu, bilmiyor muydu?

 

Ay daha fazla hareket etmiyordu. Bizi bekliyordu belli. Daha nasıl belli etsindi? Horoz da susmuştu. Sessizdi, sadece rüzgar vardı- gerçek olan-. Gözlerimiz konuşuyordu. Dedi ki "Biliyorum.". Gözbebeklerim büyümüştü, öyle düşünüyordum. Ama onda bir değişiklik yoktu. Sanki hatırlamamı bekliyordu bir türlü. Ne hatırlayacaktım ki? Ben kimdim? Burası nereydi? Bilmesi içimi rahatlatmıştı da olacak olan olacaktı. Bekliyordum yeni bir his. Bu sefer hangi hissimiz bizi iletişime geçirecekti bilmiyorum. Bekliyorduk ikimizde. Sonra biraz yaklaştı. Biraz daha. Ta ki kafalarımız birbirine değene kadar. Bir sürtünme hissettim alnımda. Ve kalp atışları. Hızlıydı. Durduk. Ay da durmuştu zaten. Yine bir hareket vardı. Dudaklarım nemleniyordu. Ne güzeldi. Dudaklar. Soluklanmak. Nefesi hissetmek. Ve bir de kalp atışı. Ellerimi aldım ve boynuna götürdüm. Tuttum ellerimi orada bir süre. Bir işaret bekliyordum sanki. İşaret neydi? Kalbimin çarpışı mı, horozun ötüşü mü? Neyi anlamam gerekiyordu? Dudağımdaki nemi mi, bende bıraktığı hissiyatı mı? Gözlerimi kapayıp nefesimi içime derin derin çekmemde olabilir işaret. Bu neydi peki? Bu his miydi? Ne hissiydi? Acı değildi, onu biliyordum çünkü. Hafifti, nazikti, rüzgar gibiydi. Güzel kokuyordu ve nemliydi. Gözlerim görüyordu onu ve onun gözleri görüyordu beni. Sahi solumdaki kim?

 

Belki de ben karıştırmışımdır tüm duyguları, düşünceleri. Üç ayı da karıştırmışımdır belki. Ya da ben gerçek değilimdir. Ben, ben değilsem; ben neydim? Horoz neydi? Ay nereye gitmişti? Geri gelecek gibi ama. Üç ay neydi? Galiba şimdi biliyorum. Üç ay, geçen üç aydı. Solumdakiydi. Acıydı. Ama şimdi farklı hissediyorum. Acı yok. Hafif ve nazik, tıpkı rüzgar gibi. Nasıl olurdu ki üç ay olabilir? Hem acı hem rüzgar aynı yerde barınabilir mi? Rüzgar acıtabilir mi? Belki de kum fırtınasından geliyordu, kumlar acıtıyor. Kum fırtınasından geldi diye mi vazgeçmeliyim peki? Vaz mı geçmeli? Üç ay, acı. Kum onun suçu muydu, yukarıdan mı gelmişti? Kum ondansa bile gözleri öyle demiyordu. Gözler yalan mı söyler? Doğru neydi? Belki de yoktu doğru. Hem acı hem rüzgar beraber olabilirdi. Acıtır bazı zamanlarda ama geçer eninde sonunda. Geçmek. Geçer. Geçiyor.

 

Peki ay mıydı bu sahiden? Üç ay solumdaki miydi? Ben kimdim? Tüm bu sorulara cevap neydi? Cevap var mıydı? Yok mu acaba? Belki de acı ve rüzgar beraber gerçekten uyumludur. Aynı bu kum fırtınasından gelmesi gibi. Beraber bir bütündür ve öyle adlandırılırlar. Ben kumdum, o fırtına; bazen o kum, ben fırtına. Belki ben bir arıydım, o bir çiçek. her ne olursak olalım ben ne isem, o benim benzerimdi. Benzerdik ve ayrılamazdık. Neden ayrılırdık ki? Her acı ayrılmak mıdır? Ayrılmıyorduk. Ayrılmazdık. Çünkü benzerdik.

 

Tüm bu dediklerim doğru mu? İnanmalı mıydım? Galiba ay değilmiş o. Güneş olmalı. Bunca zaman nasıl yanlış görmüşüm. Güneş. Parlak, sarı, yuvarlak. Horozun anlamı şimdi çıktı. Ama papağan nereden geldi hala bilmiyorum. Bir de emin olduğum, üç ay var. Acı olan üç ay. Ve solumdaki. Rüzgar gibi narin olan. İkisi aynı şey mi artık emin değilim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar