Sevgi ve Tutku İçin

         

         

        Aşk. Yazması basit ancak açıklaması bir o kadar zor olan bir kelime. Hepimiz günlük hayatta bu kelimeyi oldukça fazla kullanırız. Hatta bazen fark etmeyiz bile hayatımızda ona ne kadar yer verdiğimize. Belki de hayatımızdaki bir sorun da budur. Kullandığımız kelimeleri yeterince bilmiyoruzdur. Böylece, bilmediklerimizi kullanarak hayatımızı daha karmaşık bir hale getiriyoruzdur. Belki de herkesin kendi hayat sözlüğü vardır. Herkes kendi kelime dağarcığını kendi yaratır. Bana göre aşk soyutken, kimine göre somut olabilir. Sözlüğe baktığımızda “bağlılık duygusu” olarak çıkan aşk kelimesinin İngilizcedeki anlamlarına bakınca “love” ve “passion” olarak görüyoruz. Yani kimine göre aşk bir çeşit ileri derecede sevgiyken kimine göre bu bir tutkudur, bedensel bir zevktir. Bu yüzden aşk kelimesini filozoflardan incelemeliyiz, belki de. Ne yazık ki ne kadar filozof okursak o kadar karışıyor aklımız. Ne kadar okursam, aşka inancım o kadar azalıyor gibi hissediyorum. Belki yanlış filozofları okuyorumdur. Belki Freud ve Schopenhauer aşkı bilmiyordur ya da deneyimlememişlerdir. Yine de araştırmışlar, gözlemlemişler ve yazmışlardır kendi düşünceleriyle. Belki de sadece dönem farklılığındandır onların yazdıkları. Dönem çok değişmiştir diye düşünüyorum, sonuçta kuşaklar geçti onların üzerinden. Yine de düşününce, kelimeler binlerce yıldır aynılar. Değişen kelime yoktur belki, sadece yeni gelenler ekleniyordur -televizyon ya da telefon gibi-. Eğer kelimeler zamanla değişmediyse, anlamları ya da yaşattıklarının değişmesi biraz zor değil mi? Belki de yeni dönemdekiler, yani bizler, inançlarımızı değiştirmeye çalışıyoruzdur. Sanki her dönemin ihtiyacı olan değişimmiş gibi davranıyoruzdur. Unutuyoruz ki değişim her zaman gerekli değildir. Çevremizde değişen bunca şey varken belki de biz değişmemeliyizdir.

 

            Schopenhauer’e göre aşk cinsel birleşmeden ibaretmiş. Yani üreme arzusu, soyu devam ettirme iç güdüsü. İç güdüler kusursuz bir çocuk yapabilmek için kusursuz partner ararlarmış ya da kendilerinde eksik olanları tamamlayacak birini. Kişi kendinde eksik olanı başkasında bulunca çocuk kusursuz olacak diye bir düşünüyor filozof. Bu üreme aşamasına gelebilmek için iç güdülerin bir kandırmaca olarak “aşkı” kullandığını söylüyor. Üredikten sonra ise aslında bu iki kişi ne kadar zıt olduğunu görüyorlar. İşte, üreme sırasına kadar oluşan aşkın yalandan ibaret olduğuna dair böyle bir kanıt sunuyor. Bu yüzden de çoğu evliliğin mutsuz olduğunu iddia ediyor. Bunları okuduktan sonra üzerinde düşünmeye ve çevremi incelemeye başladım. Evet, evlilikler genelde mutsuz ancak daha yeni nesil içerisinden mutlu olan çiftlerde var. Dönemle beraber aşkın tanımı değişmeye başladı galiba. Eskiden aşk denildiğinde karşı cinsler akla gelirken şimdi aynı cinsler arasında da kabul görüyor. Buna belki de dünyadaki nüfus sayısı sebebiyet olmuş olabilir. Eskiden daha az sayıda olan dünya vatandaşı sayısı şimdilerde o kadar fazla ki doğal kaynaklar yetmemeye başladı. İnsanlar eskiden soylarını devam ettirmek için hastalıklar ya da savaşlarla uğraşmak zorunda olduklarından yaşama şansları düşüktü ve bu yüzden her bir birey ayrı değerliydi. Günümüzde ise her birey kolaylıkla yaşayabiliyor diyebiliriz ve soyumuzu kolayca devam ettirebiliyoruz. Belki de bu yüzden aynı cinsler arası ilişkilere daha fazla saygı duyuluyordur.

 

            Düşündüğüm zaman, belki de filozoflar soyutu bırakıp somut olana ulaşmaya çalıştıkları içindir diye düşündüm bu aşk tanımını. Bu somut kalıplar beni hayal kırıklığına uğratıyor çünkü filozoflardan önce filmler izleyip şarkılar dinliyordum. Filmler ve şarkılarda aşk hep daha duygusaldı. Daha soyuttu. Bazen aşkı göremiyorduk biz ama hissediyorduk. Aşk engelleri aşıyordu ve aşıklar birbirlerine kavuşuyorlardı. Sonrasında da hep mutlu oluyorlardı. Aşk için fedakarlıklar yapıyorlardı. Soyut boyuttaydı aşk. Shakespeare’in dediği gibiydi: “Love is blind.”. Gerçekten öyle midir? Aşka dokunamazsın ama hissedebilir misin? Aşk ruha mu aşık olmaktır yoksa bedene mi?

 

Schopenhauer ’in söylediği zıtlık kısmı beni daha da fazla düşündürdü. Partnerlerimizi kendimizi tamamlamak üzere mi seçiyoruz yoksa bu artık değişti mi? Peki bu zıtlığı nerede arıyoruz? Karakterlerimizde mi yoksa hobilerimizde mi? Bazen karakterlerimiz benzerken hobilerimiz farklı oluyor ve bu zıtlık bizi rahatsız edebiliyor. Bazen ise tam tersi, karakterlerimiz zıtken hobilerimiz benzeyebiliyor ve bu da rahatsız edebiliyor. İlkinde belki karşımızdakinin beğendiği şeylere merak duyabiliriz ve hobilerimizi birlikte öğrenebiliriz, değiş tokuş gibi. İkincisi bana göre daha kötüdür. Hobilerimiz benzese de karakterlerimiz benzemediği zaman anlaşamıyoruz. Şu an yine kafam karıştı. Galiba ikinci olanı seçmeye yatkınım ben. Galiba iç güdülerim benimle sürekli olarak oynuyor. Biriyle hobilerim açısından ortak yönler bulduğum zaman kendime daha yakın hissediyorum. Hatta aynı karakter beni uzaklaştırabiliyor bile. Belki ben asırlar öncesinin ilkel duygularına bağlı kalmışımdır. Belki amacım kusursuz bir çocuktur sahibi olmaktır. Belki de hepimiz fark etmesek bile öyleyizdir. Yine de ortak yönler olması hoşuma gidiyor, aynı konular hakkında konuşabilmekten keyif alıyorum. İzlediğim filmi, dinlediğim şarkıyı ya da okuduğum kitabı paylaşabileceğim biri bana daha çekici geliyor. Ortak yönlerimiz olunca kendimi bulmuş hissediyorum. Sanki benim üzerime bir kat daha çıkıyor ve ben gittikçe büyüyorum. Paylaştıkça mutlu oluyorum. Bana sanki beraber büyümüşüz gibi hissettiriyor. Bu da belki insanın yalnız kalmayı sevmeme iç güdüsündendir. İnsanlar neandertallerden sonra sosyal gruplar oluşturmuşlardır. Beraber yaşamışlar ve yardım etmişlerdir birbirlerine. Belki de bu iç güdümüz, 200 bin yıl öncelere dayanıyordur bu şekilde.


Sonuç olarak, hala bilmiyorum: Aşkı soyut mu aramalıyız yoksa somut olduğunu mu kabul etmeliyiz. Aşk belki de başta söylediğim gibi kişisel anlamlar taşıyordur. Belki de aslında tek bir anlamı vardır ancak biz o anlamı ya bilmediğimizden ya da yanlış bildiğimizden dolayı doğru olmayan bir şekilde kullanıyoruzdur. Belki de aşktaki soyut ve somut kavramları İngilizcedeki gibi “love” ve “passion” olarak ayırabiliriz. Sevgi ve tutku. Eğer durum böyleyse ben sevgiyi seçiyorumdur. Ben filmlerdeki gibi soyut olana inanmayı tercih ediyorumdur. Bir bakış, bir gülüş ya da bir sarılma. Hayal dünyamda yarattığım aşktaki gibi sürekli bir sohbet hali ve yalnız olmama haline sığdırıyorumdur aşkı. Eğlenmek ve paylaşmak hayatı. İki kişiyi bir kişi haline getirme. Karşındakini kendinden daha iyi tanıma. Gördüğün zaman istemsizce gelen bir gülümse ya da onu seyretmekten zevk almak. Böyle düşündüğüm zamanlarda umuyorum ki hala böyle düşünen insanlar vardır ve umuyorum ki bunlar sadece filmlerde değildir.  Bence insanlık soyut olan aşkı bulduğu zaman tamamlanmış hissedecektir ve somut olanın daha ötesine geçmiş olacaktır. Soyut olana ulaşırken somut olanı her ne kadar kullansak bile somut olan soyut olana ulaşamadığı sürece aşk sürüp gidecektir. Ya da daha eskilerden bir alıntı kullanmak gerekirse aşk belki de "gone with the wind" gibidir. Rüzgar gibi geçer ve gider. Onu hissederiz ama dokunamayız. Bazen orada olduğunu fark etmeyiz. Tamamen soyuttur aşk. Bedenimizde hafif belirtileri olur: istemsiz gülümsemeler, kızarmalar ya da kalp çarpıntıları. Aşk, bir rüzgar ile bedenimizde gezinir ta ki biz o rüzgara kapılıp bir yaprak gibi havada süzülene kadar. Bu süzülüş ile soyut evrene giriş yapmış oluruz. Bu başka evrende kendimizi çok farklı bir şekil olarak buluruz. Bazen bir kuş gibiyizdir, bazen ise bir balık gibi. Kendimiz olmaya en yakın şekil onlardır belki de. Kendimizi aşkın soyut boyutlarında bulabiliriz. Paylaştıkça büyüyebiliriz biz. Daha yukarılara çıkabiliriz ve farklı boyutlara gidebiliriz. Neden bu kadar boyut varken sadece tek bir boyutta kalalım, şu an yaşadığımız somut boyutta? Belki bu açıdan düşününce farklı boyutları görebilmek için bile aşka inanabiliriz, soyut olan aşka. Başka bir alıntı ile yazımı bitirmem gerekirse Nicholas Sparks demiş ki: “Love is like the wind, you can't see it but you can feel it.”.

Yorumlar

  1. "Aşık olmak, aşkı yaşamaktan kolaydır."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önemli olan aşka hangi anlamı yüklediğimizdir. Yorumunuz için teşekkürler.

      Sil
    2. KeskeKahveyiSekersizIcmeyiBasarabilseydim.mp3
      https://yadi.sk/d/LdihzBigYRdYzw
      Belki bu kısa öyküyü dinledikten sonra aşkla ilgili fikirleriniz biraz değişir sayın yazar.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar