Değiştiğim İçin

            

Dönüp kendime baktım ve ne kadar değiştiğimi gördüm. Daha doğrusu fark ettim ne kadar değişmiş olduğumu. Eski ben, artık gerçekten eskideydi. Şimdi ise bilmediğim bir kimlikle dolanıyor gibi hissediyorum. Çevreme bir yörünge çizmişim eskiden, bana ve hayallerime ait bir yörünge. Sonra o yörüngeden çıkmışım ve şimdi, eski yörüngemi hatırlamışım gibi. Tüm o eski hayalleri… Şimdi ise o yörüngeye yeniden girmeye çalışıyorum ama ne kadar girmeye çalışırsam o kadar kaçırıyorum yolumu. Belki de yapmam gereken eski yörüngeme girmeye çalışmak yerine, yeni bir yörünge oluşturmaktır. Böylece eski bir şeye tutunmak yerine kendime yeni bir yol açabilirim. Hatalarım ve acılarımdan aldığım dersleri hesaba katarak yeni bir yörünge ve eskiyle harmanlanmış yeni hayaller. Yine, yeniden benim yolum.

 

            Değişimimi fark etmemi sağlayan en büyük etken yazılarımdı. Geçmişte yazdıklarımı okuduğum zaman ne kadar çok “aşk” kelimesini kullandığımı fark ettim. Okurken garip geldi, acaba aşka şimdi inanıyor muydum? Geçmişle şimdimiz arasında belki de bu kadar fark olmasının bir sebebi yaşadıklarımızdır. Daha çok gördük, geçirdik. Belki inancımız kırıldı, belki gözümüz açıldı. O zamanlar aşk kelimesi bana birtakım saf duyguları çağrıştırıyordu, Jane Austen kitaplarındaki gibi. Dokunmaya kıyamayanlardan, ilk görüşte aşkına kadar. Şimdi ise öğrendim ki birtakım hormonlarımız varmış ve bunlar bizim duygularımızı yönetiyormuş. Aşkı bedensel diyebileceğimiz bir kalıba sığdırmışlar ve bize bunu öğretmeye çalışıyorlar. Kötü de gitmiyorlar çünkü inandığım ya da inanmak istediğim zamanlar oluyor. Eskiden aşka inanırdık ve hep bir umudumuz vardı. Bir kere kırılsak bile inanmaya devam ederdik çünkü ötesini bilmezdik. Bu bizi mutlu ederdi, yaşamayı değer kılardı. Yaşamımız için bir amaç sunardı ama şimdi bildiğimiz hormonlar ya da birtakım başka sebepler yüzünden aşka inanamıyoruz ve inanmamamızın suçunu hormonlara atıyoruz. Böylece elimizin tersiyle, güzel bir mazeret bulmuş olarak, aşkı itiyoruz. Peki, umutlarımızı kaybedince gerçek aşkımızı bulma ihtimalini de düşürüyor muyuz?

 

            Bazen yaşama olan inancımızı kaybetmiş gibi hissederiz. Neden yaşadığımızı sorgularız. Belki de tutunmak istiyoruzdur ama inanmayı reddederek kendimizi bırakıyoruzdur. Bir şeye ulaşmak için inanmak gerekir, istemek ve çabalamak. En azından bir şey için yaşamıyorsak ne anlamı var nefes almanın? Bizi hayata bağlayacak bir sebep gerekir. Bazı zamanlarda bu durumu yaşayan insanlar, aşkı bulduklarında hayata bağlanmış hissederler çünkü en azından bir sebepleri vardır artık. Biz de yaşama tutunmak için bir sebep bulmalıyız ve sonra onun peşinden gitmeliyiz. Aşkı reddedip bir paket çikolata yiyerek dopaminimizi aynı seviyeye çıkardığımızı düşünmek, bize kendimizi kandırmış olmak dışında bir şey kazandırmaz. Aşk diye bir duygu gerçekten varsa, birtakım hormonlarla adlandırılmaktan daha ötesi olmalı. Hayat, kelimelerle ifade edilmekten daha öte olmalı. Hayatımıza bir anlam kazandırmak için kelimelerin anlamını yitirmesi ve tüm anlamlarını o amaca vermesi gerekir. Ne zamanki sözcükler anlamı yitirirse o zaman hayatımız bir anlam, bir amaç kazanmış olur.

 

Hayatın öyle zamanları vardır ki, yeni bir yörünge oluşturduğumuzu düşünürken birden eski yörüngemizle karşılarız. Sonrası kelimelerle anlatılamayacak birtakım hislerden ibarettir. Yeni yörüngemizde her şeyin temelini güzel bir şekilde atmışken, içine eski yörüngemizden bir şeyler kattığımızı görürüz. Bir kişidir bu bazen. Bir zamanlar tanışmışsınızdır. Belki güzel, belki kötü şeyler yaşamışsınızdır ve sonunda bağınızı kopardığınızı sanmışsınızdır. Sonra yeni yörüngenizde ona denk gelirsiniz ve kopmayan bağlarınızı görürsünüz. Bu şaşırtıcı olabilir, belki de hayatın bir cilvesidir. Bunca zaman aslında orada olup nasıl fark etmediğinizi anlayamazsınız. Belki de görmeyi reddettiğinizden dolayı ördüğünüz bir duvar vardır ona karşı. Oradadır ama siz orada değilmiş gibi hareket edersiniz. Kopamadığımız bu kişiler bizim için nedir? Karşılıklı olarak duygularınız hep vardır ama kimi zaman gizlenirler. Oysa ki birbirinizin hayatına hep dahilsinizdir, fark etmeseniz bile. Bu gönül bağı mıdır? Gönül bağı diye bir şey var mıdır? Birbirinden habersizmiş gibi yaşayan iki kişi aslında birbirine gönül bağıyla bağlı olabilir mi? Belki de daha fazla beraber yaşayıp kötü anı biriktirmek yerine doğru zamanı beklemektir bu. Belki de geçmişinden birini, senin geleceğine hazırlamak. Doğru zaman, doğru yer ve doğru kişi. Bunları denk getirmek ve bu bermuda üçgenini oluşturmak için kurulan bağdır. Öyleyse bizim gönül bağımız kimle bağlı?

 

Gönül bağı olduğu zaman sevgi çok daha farklıdır. Affetmeye daha yakındır. Ne olursa olsun o sevgisi tüm hataları görmezden gelebilir. O kişiye inancını hiç kaybetmez. Onu oraya iten bir şey vardır, affetmeye. O bağın öylece kopup gitmesine izin veremez ve affettiğinde, o bağ daha güçlenmiş olur. Kopmaya yakın olanı daha sıkı yamarsın çünkü. Bir daha kopmasın diye en sıkı düğümleri atarsın. Sadece bazen zaman tanımak gerekir, doğru zamanı beklemek. Doğru zamanda sevgi geri döner. Hep oradadır, zaman zaman değişir dozu ama oradan hiç ayrılmaz. Hissetmediğini düşünsen bile seni yanıltır. Bir anı, bir obje seni oraya geri götürür. İşte bu gerçek bir sevgidir. Hiç kopmayacak olan. En büyüğüdür sevgilerin. Bazen hatalar yapar insanlar ve kaçırırlar bu bağları. Bazen gururumuza, bazen onurumuza yenik düşeriz ama bu bağ bunlardan daha ötedir.

 

Bunların sonucu olarak, gönül bağına inanan kişiler sayesinde aşkı bedensel bir kalıba sokmaktan uzaklaştırabiliyoruz zihnimizi. Bağlanmak bizi özgür kılıyor, ait hissettiriyor. Bağlılık dediğimiz bölünecek yaşamlara bütünlük veriyor demiştir Milan Kundera. Bizler de hayatlarımızı birçok parçaya ayırıp, başka köşelere atarak kaybetmeye terk etmektense onlara bağlanarak bütünleştirebiliriz.  Bütün haline geldikten sonra tüm hayatımız bir avucumuzda birikmiş olur ve kontrolünü kolaylaştırmış oluruz. Kontrole yakın bir hayat daha az acı yaşatır ve yaşamaktan daha çok keyif aldırır. Bu kontrol dışında elbette tesadüfler olacaktır ancak unutmayın ki tesadüflere cesaret edenler de bizleriz. Yani yine bizim elimizde. Biz ne istersek onu yaşıyoruz, fark etmesek bile. Hayat, biziz. Biz, hayatız. Yaşamak için bağlanmamız gerekiyor. Hayata bağlanmalı, doğaya bağlanmalı, gönüle bağlanmalıyız. Bu bağlılıklarımız ile yeni bir yörünge yaratmalı ve yörüngeyi düzgün bir çember gibi oluşturmak yerine inişli çıkışlı yapmalıyız ki çeşitlilik olsun hayatımızda. Bazı kısımları boş bırakmalı ve dallandırmalıyız yörüngemizde. O dallar, yeni yollarımızdır bizim. Hayatımıza aldığımız değişiklikleri onlarla çeşitlendirebiliriz. Böylece artık yeni ya da eski yörüngemiz olmamış olur. Hep aynı yörüngede oluruz ama farklı yolları vardır ve istediğimizi deneyebiliriz. Hepimizin güzel yörüngeler yarattığı bir yaşam dilerim.

 

 

 

 

           

Yorumlar

Popüler Yayınlar