Eksiklerimiz İçin

    


 
   Yaşadıklarımız, eksik yaşanmış hissettiklerimiz ve yaşamadıklarımız. Hayatımız bu üçüyle geçmiyor mu? Yaşadıklarımız oldu ve bitti. Onlardan geriye kalan anılardır. Pişmanlık duymadıklarımız da diyebiliriz. Tam olarak yaşanmış hissettiklerimizdir belki de onlar. Eksik yaşanmış hissettiklerimiz de olup bitmiştir ancak ardından birtakım izler bırakmıştır. Geriye pişmanlık kalmıştır. Neden soruları oluşur aklımızın bir köşesinde: neden öyle demedim, neden böyle yapmadım. Birçok neden vardır oysa ki, tek bir tane yoktur. Kötü olan kısmı ise eksik hissettiğimizi tamamlamak istesek bile doğanın kanunlarına karşı gelerek geçmişi değiştiremeyiz. O da ilki gibi, yaşadıklarımız gibi, oldu ve bitti. Yaşamadıklarımız ise hala önümüzde, geleceğimizdedir. İlk ikisi gibi değiştirilemez değildir bu. Bizim elimizde gibidir kontrolü. İpi elimizden kaçırmadığımız sürece biz yönetiriz onu. İpin ucunu kaçırdığımızda ise eksik yaşanmış hissettiklerimiz oluşur. Düşününce, aslında her şey biraz eksik yaşanmış değil midir? Biraz geç kalmış değil miyiz hayatımızda? Biraz eksik değil miyiz hepimiz?

 

    Kimimiz eksiklerimizle yaşamayı kabul etmişken kimimiz bunu reddederiz ve tamamlamaya çalışırız eksiklerimizi. Bütün bu eksikler neden oluşur ya da onları neden eksik diye adlandırırız? İçimizde tamamlanamayan nedir? Tamamlanamamış dediklerimiz aslında biz istemediğimiz için mi tamamlanmamıştır yoksa doğru zamanında olmadığı için midir? Gerçekten ipin ucunu mu kaçırmışızdır yoksa? İpi bir daha yakalamak imkânsız mıdır? İpi yakalamak için neler yapılmalıdır? Bunu gerçekten istiyor muyuz, eksiklerimizi tamamlamayı? Öncelikle bunu anlamamız lazım: gerçekten istiyor muyuz. Gerçekten istemediğimiz bir şey için ne kadar uğraşsak da her çabamız boşa gidecektir. Hep biraz eksiktir çünkü istediğimiz. Tıpkı eksik yaşanmışlarımız gibi. Belki de biz öyle tercih ettik ve her şey belki de “o anda” gizlidir. Şu an yaşayarak geçmişimizi şu anın duygusuyla ne kadar yargılayabiliriz? Her saniye değişebilen duygularımız ve günlük olarak değişebilen ruh hallerimiz varken geçmişte yaşadığımızı, şimdi yaşadığımız ile kıyaslamanın orantısızlığını görebiliyor musunuz?

 

    Eksiklerimizi belki tamamlamak istememiştik. Belki onları öylece yarım bırakmak istemiştik ama sonunda, bu kararımızdan pişman olmuştuk. Pişmanlığımız belki de yarım bırakma isteğimizeydi, yarım bıraktığımıza değildi. Yine de tercihi biz yapmıştık. O anki ruh halimize göreydi tercihimiz. O yüzden sonradan ne kadar kıyaslarsanız kıyaslayın, duyduğunuz tek duygu birtakım pişmanlıklar olacaktır. Geçmiş, şimdi ve gelecek diye ayırsak bile zamanları, geçmiş ile şimdi arasında bir virgülden çok daha fazla zaman ve yaşanmışlık vardır. Bir virgülle ayırmış gibi düşünmek yanlıştır. Yaşanmışlıklara bir saygısızlıktır. Eksik yaşamışlıklarımız için en önemlisi de pişmanlık duymamaktır. Verdiğimiz kararlara saygı duymamızdır. Geçmişi geçmişle yargılamaktır doğru olan. Kimseye bu konuda laf ettirmemektir. Neden öyle yaptın derlerse, o an öyle hissettim demek gerekir. Kimse ne duygularımızı bilebilir ne de o an yaşadıklarımızı. Tercih bizimdi, karar bizimdi. Eksik kalmasını da biz istedik. Biz istemeseydik tamamlamak için bir yol bulurduk, diğer tamamladıklarımız gibi. Bazı şeylerin o an bitmesi gerekir. Bazıları ise beklemeye alınır, zamanı beklenir. Bunu içimizdeki o bir parça biliyordur, biz o an fark etmesek bile. İşte o bir parça, o yaşanmamışlığı bekletir bir yerlerde ta ki doğru zamanına kadar. Biten biter, bitmeyen beklemeye alınır.

 

    Belki de tüm gizem buradadır: doğru zamanda. Doğru zaman, doğru yer, doğru kişi. Bu bermuda üçgeni her yerde karşımızdadır ve ona inanmalıyız gibi hissediyorum. Tamamlamak istemediklerimizi bir yerlerde bekletmemiz onlara verdiğimiz değeri gösterir. Her şeyin yaşanması gereken bir zamanı, bir yeri vardır. Doğruları bulmak bu yüzden önemlidir. Onları daha değerli kılar. Ne kadar beklersek o kadar haz duyarız onlardan. Ulaşma arzusu bizi daha çok yükseltir içimizde. Daha değerli bir rafa kaldırırız onları. O anların en çok yakıştığı rafı bulana kadar bekletiriz ve o rafı bulduğumuzda bermuda üçgenini görürüz. Sonrasında en güzel rafına yerleştiririz o ânı, artık anı olan o ânı.

 

    Bana göre bir şeyi güzel ya da kötü yapan zamanlamasıdır. Kötü hissettiğimiz bir anda çıkagelen bir sürpriz, iyi zamanımızda gelen bir sürprizden daha çok mutlu edebilir. Bir kişiye ihtiyaç duyduğumuz anda orada olan biri diğerlerine göre daha değerli olur çünkü zamanlaması doğrudur. Bir kitabı okumak ya da şarkıyı dinlemek de öyledir. Ruh halimize veya o anki duygularımıza göre seçmeliyizdir her şeyi. Her şey zamanında güzeldir. Bir kitabı okumaya hazır hissetmek, onu okumak için hazırlık yapmak gerekir. Bu bekleme süreci o şeyi, en güzel rafına kaldırabilmek içindir. Bu ona verdiğimiz değerin bir göstergesidir ve bence bu göstergeler somut göstergelerden çok daha önemlidir. Görmek isterlerse gösteremezsin ancak inanmak istediklerinde, orada olduğunu bilirler. Güven, karşılıklı ilişkilerin süper bağıdır. Göremezsin ama hissedebilirsin. Bu yüzden “We think too much and feel too little.” (Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz.) demiş Charlie Chaplin. Daha çok hissetmeliyiz. Hayvandan bir farkımız kalmadan önce hissetmeliyiz, soyut olanları. İşte bu yüzden beklemelisin. O anıyı doğru duygularla yaşamak için, doğru bermuda üçgenini beklemelisin. Bu doğru olanı beklemek derken kötü olarak yaşanması gerekenleri iyi olarak yaşamaktan bahsetmiyorum. Sadece doğru olanı yaşamaktır önemli olan. Bazen doğru olan kötü yaşamaktır o anı. Bu bize bir ders verebilir, bizi büyütebilir. Belki de o kötü anı, ileride en güzeli olmak üzere dibe batıyordur ve zirveye çıkabilmek için orada güç topluyordur. Demek istediğim şudur ki, zamanın erkeni ya da geçi yoktur. Doğrusu vardır. Bir duyguyu paylaşmanın da doğrusu vardır. Beklemeyi öğrenmek gerekir en güzel rafa erişebilmek için. Sabır denilen duygu budur. En doğrusu için beklemek.

 

    Geçmiş zamanlarda yazdığım bir yazı var, eksiklerle ve kırgınlıklarımla ilgili yazdığım. Yazdığım zamanlarda eksik kalanları anlamaya çalışıyordum, tamamlanamamışları. O zamanki duygularımla beraber hiç tamamlanmayacak gibi geliyordu eksikler. Daha doğrusu o eksikleri tamamlamaktan çok, verdiği pişmanlık hissi hiç geçmeyecekmiş gibi geliyordu. Şimdilerde ise, üzerinden zaman geçtikten sonra, fark ettim ki o pişmanlık hissi bir bekleme duygusuna dönüştü. Doğru zamanı bekleme duygusu. Zamanı geldiğinde o eksik tamamlanacak gibi hissediyorum. Dolu ya da eksik bir şekilde tamamlanacak ama sonunda o eksik duygusu kalmayacak. İşte o zamanı anlayacağız çünkü acısı gitmiş olacak, pişmanlık kalmayacaktır. Şu anda, yazdığım o yazıyı daha iyi anlıyorum ve eksiklerimizin zamanla dolduğunu görüyorum. Bazen güzel bir şekilde dolarken bazen kötü anılarla dolabilir ancak dolduğu için pişmanlık kalmayacaktır.

 

     “Paramparça bir insanım ben şimdi ve parçalarımı sürekli sana yerleştirmeye çalıştım. Kendimi kırdım, kopardım ve senin eksik parçalarını tamamlamaya çalıştım ama şimdi bunun karşılığı ne? Sen eksiklerini tamamladın ama ya benimkiler? Şimdi benim o parçalarım hep eksik, sen vermedin bana parçalarından. Yalnız kaldım; tek başıma, eksiklerimle. Gel tamamla demiyorum, isteseydin böyle olmazdı zaten. Şimdi artık benim kendi kırıklarımı onarmam için yere dökülen, etrafa saçılan parçalarımı bulmam ve kendimi tamamlamam lazım ama bazı parçalarım öyle uzaklarda ki bulamıyorum; arıyorum arıyorum ama bulamıyorum. Kim bilir belki de o parçalarımı sende bırakmışımdır. Sende kalsınlar, belki beni hatırlarsın. Çünkü benim eksiklerim seninle dolu.”

 

    Yazıma bir şarkı ile veda etmek istiyorum. Bu şarkı bana, bahsettiğim bermuda üçgenini anımsatıyor: doğru zaman, doğru yer, doğru kişi. Şarkının nakaratını buraya bırakıyorum: 

"Onca yıl sen burada

Onca yıl ben burada

Yollarımız hiç kesişmemiş
Şu eylül akşamı dışında.”


 

 

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar