Değerli Kılmak İçin

    

Giresun'20



    Yazmakta olduğum konu çok uzun zamandır kendi içimde tartıştığım bir mesele aslında. Ailemin görüşleri ile kendi görüşlerimi hep karşılaştırdım bu konu hakkında. İçimde hep bir doğru- yanlış meselesi oldu. Oldukça karışık bir konu, bolca zıtlık içeriyor: istediğimiz hayat ve yaşadığımız hayat, olması gereken ve olan… Konu hakkında herkesin farklı görüşleri var ve herkesin kendince sebepleri var o şekilde düşünmeleri için. Sebepler, tersini düşünenlere asla mantıklı gelmese bile ben mantıklı düşünmeye çalıştım bu konu hakkında ama yine de bence yeteri kadar empati kuramıyorum. Oysa ki psikoloji öğrencileri genellikle insanlara yardım etmek istedikleri ve dolayısıyla güçlü empati duygusuna sahip oldukları için bu bölümü seçerlerken ben “empati” duygumu kendimle tartışıyorum. Bu duyguya sahip olmadığımı iddia etmiyorum ama bazı konularda kesinlikle doğru olanı savunduğuma inanıyorum diyebilirim. Tabii ki böyle düşünmemim sebepleri var. Bir önceki kuşağa göre daha ileri görüşlü olduğumu ve geleceği temsil edebildiğimi düşünüyorum. Kendimi daha açık görüşlü görüyorum ve onların da açık görüşlü olmalarını ve yeni kuşağa, yeni döneme hitap edebilmelerini istiyorum. 


    Sizlere de soracağım soru: Yaşamak için çalışmak mı yoksa çalışmak için mi yaşamak? Soruyu algıladıktan sonra tabii ki herkes “yaşamak için çalışmak” diyecektir. Yine de bu cevabı verdiğiniz zaman o şekilde mi yaşadığınızı kendinize sormanızı istiyorum. Çalışmak dediğim öğrencilikte olabilir: dersler, sınavlar. Bizden önceki nesil sanayi devriminin ve zanaatkarlık diyebileceğimiz işlerin etkisinde kalmış ya da memuriyet dönemini yaşamış kişilerdir diyebiliriz. Kendi ailelerimiz üzerinden bunu bağdaştırabiliriz bence. Ailelerimiz sabah işe gider, akşam eve gelir ve sabah yine işe gider. Haftada 1 gün, şanslıysalar 1.5 gün izinli olurlar ve izin günlerinde de evde oturarak dinlenmeyi- yani para harcamamayı- tercih ederler. Durum böyleyken “yaşamak için çalışmak” diyemeyiz buna. Onlar aldıkları paraları geçimlerine anca yettirirken artan birkaç kuruşu da yatırım yaparak sonraki nesile bırakmak için çaba gösterirler. Bugünlerini yaşamaktan vazgeçip bilmedikleri yarına yatırım yaparlar. Bu yatırımlar şu an bizlere miras kalmış olsa ve biz bu durumdan ne kadar hoşnut olsak da, onlar daha mutlu ve daha keyifli bir hayat yaşasalardı belki daha da mutlu olabilirdik. Belki onlar daha keyifli bir hayat yaşasalardı, daha fazla paraları olacaktı. Belki yaşamak için çalışsalardı işlerinde daha fazla keyif alacaklarından, daha verimli olacaklardı. Bu konu hakkında bir sürü “eğer” cümlesi kurabilirim çünkü yarınını bilmeyen biri için önünde sayısız seçenek vardır. Bu konuda üzgünüm ki geçtiğimiz kuşak bu seçeneklerini çok sınırlı sayılara düşerek bir sürü “fedakarlık” yapmak zorunda kaldı. Üstelik bu fedakarlıkları birer meziyet gibi gösterdiler, gösteriyorlar. Kendi içlerinde haklılar da, işte empati burada başlıyor. Onlar bu fedakarlıkları yaptılar ve bununla gurur duyuyorlar çünkü onlar için doğrusu bu ancak benim istemediğim bir fedakarlığın benim adıma yapılması beni ne kadar etkilemeli?


    Bu eleştirdiğim konu ailemle de tartıştığım bir konudur: Bugünün mü tadına bakmalıyız yoksa yarına para mı biriktirmeliyiz? Ben yine diyorum ki “Bugünü yaşamadan yarını göremeyiz.”. Paramı savurmaktan bahsetmiyorum elbette ama bugün yaşıyorsam, bugünden keyif almalıymışım gibi hissediyorum. Bugünü özel kılacak bir şeyler yapmalıyım. Bugünüme yatırım yapmalıyım ki sonraki günümü özel kılayım. Bugün enerjimi yüksek tutayım ki ertesi gün yeniden yaşamak istediğim duygular olsun. Bunu dopamin hormonuna bağlayabiliriz mesela. Bugünü hayal edin: Güzel bir çanta aldık ya da kendimize güzel bir manzara karşısında kahve içmekle ödüllendirdik. Aldığımız çanta bizi öyle heyecanlandırdı ki iyi yönlü hormonlarımızın salgıları artışa geçti ya da aynı şekilde içtiğimiz kahveyle. Ertesi güne geldiğimizde ise, yine bu duyguları yaşamak istemez miyiz? Yine iyi yönlü hormonlarımızı aktive etmeyi ve günümüzü yaşamaya değer kılmak istemez miyiz? Dopamin hormonunun salgısı arttığı zaman bir daha yaşamak isteriz o anıları ve böyle sürüp gider. Bunun tersi olarak, kötü bir gün ya da klasik bir iş günü geçirdiğimiz zaman dopaminimiz ya sabit kalır ya da düşüşe geçer çünkü bizi keyiflendirecek bir yanı yoktur. Heyecanlandırmıyordur çünkü her şey sabittir. Ertesi gün olduğunda işe gitmek istemezsiniz çünkü olacaklar bellidir. İşte bu döngüyü kırmak için diyorum ki iş çıkışı bir arkadaşla bir kahve içilmeli, haftasonları gezerek değerlendirilmeli ve yaşamanın hakkı verilmeli. Ruhumuzu ödüllendirmeliyiz yaşadığımız için. 


    Ben böyle düşünürken, diğer türlü düşünen insanlara empati duyamamamın sebebi empati duygusundan yoksun olmam değil. Belki de fazlasıyla sahibim. Sebebim, o insanlar için en iyisini istiyor olmam. Böyle dediğim zamanlarda “Onun için en iyisini sen nereden biliyorsun?” diyenler oldu fazlasıyla. Biliyorum ki herkes daha iyi bir hayat yaşamak istiyor. Ailemizin maddi getirisi hayatımızı doğduğumuz anda belirlememiş olmalı. Hepimiz hayal ettiğimiz hayata erişebilme hakkına sahip olmalıyız, çalıştığımız ölçüde. Yaşadığımız hayatın bize zorla dayatıldığını söylemememiz lazım. Mazeretlere sığınmamalıyız. Çaba göstermeden ve kurallar yıkılmadan istediğimiz hayatlara erişebilseydik, yaşadıklarımız böylesine yaşamaya değer olmazdı. Birine “çalışmak için yaşadığını” söylediğimde “buna mecburum” diyorsa hiç denememiş demektir. Kimse istemediği bir hayatı yaşamaya mecbur değil. “Ben de gidip şunu yapardım, bunu alırdım.” diyorsa biri, bilin ki yardım edilmesi gereken bir kişidir. Görüşlerinin değişmesine yardım etmeliyizdir. Belki ona bunu anlattığınızda anlamayacaktır ve “eski kafalıyım” diyecektir. Siz yine de pes etmeyin. Küçük adımlarla başlayın. Gidin ve işte giydiği kıyafetler dışında onun mutlu edecek bir kıyafet alın. Ertesi gün onu giymek ve başkalarına göstermek için heyecan duysun. Dışarı çıkarın ve bir kahve içirin güzel bir manzarada. Güzel bir hava solusun. Hep aynı yeri gören bir insanın dışarıdaki güzellikleri görememesi, hatta görmeye vakti olmaması çok üzücüdür. O kadar koşturuyoruz ki her gün önünden geçtiğimiz bir sokaktaki güzelliklere bile dikkat edemiyoruz. 


    Sizlere bu bir anda değişecektir diyemiyorum ama denemeden bilemeyiz. Hepimiz daha mutlu olmalı, daha az gergin olmalıyız. Telaşlarımızı geride bırakmalı ve yarınlar için umut beslemeliyiz. Her gece yattığımızda yarın ne yaşayacağımız, hangi duyguyu tadacağımız ve hayatın bizi yarın nasıl şaşırtacağı konusunda heyecanlı olmalıyızdır. Hayat ancak böyle yaşamaya değer kılınır ve yazımı yaşamayı değerli kılacak bir görselle başlamışken, aynı şekilde yüzlerimizi gülümseteceğini düşündüğüm bir görselle baş başa bırakıyorum.




Yorumlar

  1. "The question, O me! so sad, recurring—What good amid these, O me, O life?"

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "that you are here - that life exists and identity,
      that the powerful play goes on, and you may contribute a verse." bu güzel şiir ile özetlediğin için teşekkür ederim.

      Sil
    2. Cümlelerin için ben teşekkür ederim.

      Whitman'ın ölümünün ardından bir asırdan fazla vakit geçmiş. O doğduğunda doğan "...hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbir bıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılan..." artık dünyada değil.

      Bazı düşünceleri hâlen baki. Şiirlerin içeriğini ve anlamını, okuyanlar inşa ediyor.

      Sil
    3. Sadece dünyada var olmak ve olmamak da değil, her geçen gün kendimiz bile öyle değişiyoruz ki düşüncelerimiz çeşitlilik gösteriyor ancak düşüncelerimiz değişiklik gösterirken dediğiniz gibi baki olan bazı şeylerde bunlara yön veriyor. Bunlarla beraber okuduklarımızı inşa ediyoruz. Güzel bir söylem oldu.

      Sil
    4. İnsan söz konusu olduğunda; her şey dinamik, her şey izâfî...

      Sohbet için teşekkür ederim, Berin.

      Sil
    5. Benim için zevkti, teşekkürler Tuna.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar