Dolduramadıklarım İçin



İçimdeki dolduramadığım boşluk hissi her geçen gün benliğimi parçalıyor. Geçen her anımda nasıl bu hayata tahammül ettiğimi soruyorum kendime. Bir kafa silkeleyişimle beraber bu soru kayboluyor ama ertesi an geri dönüyor. Hayatımda her şey tekrar ediyor sanki. Boşluklar tekrarla doluyor. Yenisi eklenmemiş biçimde, bir heyecanı olmadan. Böyle bir hayatta kim gülümseyebilir ki diyorum. Gülümsediğim her an kendimi kandırıp kandırmadığımı soruyorum.  Sanki bir yalancıymışım gibi. Zaten insan en kolay kendini kandırmaz mı? Tek yapmamız gereken azıcık avuntu için inandırıcılık oynamak. Seni ne motive ediyorsa, ona inanırım diyorsun çünkü daha fazlasına kafa yormak istemiyorsun. Sana neler olduğunu anlayamıyorsun aslında. Her şey güzel görünüyordur. Gülümsüyorsundur ama içinde kanayan bir şeyler vardır. Sorun şudur ki, nelerin kanadığını bilmiyorsundur. Bulmak istiyorsundur ama belki de korkuyorsundur onları bulmaktan. Eskiden çok ağladın biliyorum, hala da ağlıyorsundur belki ama ağlamamaya çalıştığın zamanlar da olduğunu biliyorum. Oysa ki ağlamak yaralarına merhem olabilir. Ağlamak belki de aradığın boşluktur. Herkesin boşluğu, herkesin doluluğu ne kadar fazlaysa o kadar fazladır çünkü sen kendin seçiyorsundur bunları. Boşluklarını hayallerle de dolduruyor olabilirsin. Bunlar öyle derinlerdir ki oraya ait olduğunu hissedersin çünkü sanki keşfedebileceğin sonsuzluk oradadır. Oysa ki senin boşluk sandığın siyahtan, karanlıktan ibarettir. Bütün renklerini oraya atmışsındır ve onlar öylece harmanlanıp siyah olmuştur. Ne güzel sana, her rengin var demek ki. Sadece onları atmışsın boşluğa ve kararmışlar öylece. Sadece bir rengini bile boşluktan çıkarırsan, boşluğunun bile ne kadar renkli olduğunu göreceksindir. Boşluğu bile böyle renkli olan bir insanın, hayatı nasıl kara olabilir?

Hayatının karalığı gözlerini buğulaştırdığında dayanamazsın ve ağlarsın. Çok dolmuşsundur. Renklerimiz fazla gelmiştir ve birini feda ederiz. Ağlamak öyle farklı bir renktir ki bazen sadece bir renk vereceğimize, birden fazla renk veririz boşluğumuza. Bu yüzden de ağladığımız zaman gözlerimizin önünden biri geçer sanarız. O geçen kişi aslında birçok renktir, bir değildir. Önce biraz korkarsın ama sonra ondan korkmak için bile enerjin kalmadığını fark edersin. Bitap düşmüşsündür: kendini kandırmaktan, ağlamamaya çalışmaktan. Her şey o kadar fazla olmuştur ki artık dayanamazsın. Bir şeyler yapman gerektiğini fark edersin. Ayağa kalkarsın, odada dolanır durursun. Nefes alamadığını zannedersin, camı açarsın. Gündüzse güneşe, geceyse yıldızlara bakıp medet umarsın. Cevabın onlarda olduğunu sanırsın. Sanki sana cevabı söyleyeceklerdir. Umudunu bunlardan da kestikten sonra kendini sokağa atarsın. Kalabalıktan medet umarsın. Kalabalık senin adına konuşuyordur ve seni görünmez kılıyor zannedersin. Aralarına girdikçe fark edilmeyeceğini hissedersin ama aslında oradasındır ve herkes sana bakıyordur. Cevap onlarda da değildir. Sonra dönersin yatağına ve düşünürsün. Geceleri gözünü kapattığında uyursun hemencecik. Gündüzleri öylesine düşünüyorsundur ki geceleri uyumak senin için tek dinlenme anıdır. Uyandığında dinlendiğini zannedersin ama uyandığın anda aklında kalan rüyalar seni daha fazla düşünmeye sevk eder. Düşündükçe düşünürsün, rüyanın geri kalanını hatırlamaya çalışıp anlamlar yüklemeyi denersin. Öyle gariptir ki bu rüyalar, üzerlerine düşünmek istemezsin. Yine bir güne başlamışsındır ama günün geri kalanı için enerjiyi nereden bulacağını bilmiyorsundur. Gün içinde seni yiyip bitiren baş ağrıları vardır. Sanki gürültü çevrede değil, senin içindedir. Tam mutlu hissedeceğin bir anda, bir olay seni sabote etmek için bekliyor gibidir. Her an tetikte olmalısın gibi hissedersin. Yaşamak bir savaş gibidir senin için. Baş ağrılarınla savaş, düşüncelerinle savaş, olması ve olmaması gerekenlerle savaş halindedir. Bu savaşlar hiç bitmez. Hiç boş kalmazsın. Meşguliyeti sen seçersin. Hep didinirsin daha fazlası için. Oysa ki elindekiler yeterlidir, erdemlidir. Sen erdemini, daha fazlası için bozarsın. Bunun seni yücelteceğini sanırsın. Kendini yukarıya taşıyormuşsun gibidir ama çıktığın merdiven seni aşağı çekiyordur. Her merdivenin iki yönü vardır ve eğer nereye gittiğini bilmiyorsan yukarı ya da aşağısı da yoktur. Biraz dur ve soluklan. Bu kadar merdiven çıkmak seni yormuş olmalı. Yorgun gibisindir. Dinlenmek bazen en iyi çözümdür. Nefes al. Bunu çoğumuz unutuyoruz. O yüzden yeniden nefes al, vaktin varken. Gözyaşlarını akıt. Merdivenler kayganlaşsın. Bırak, düş. Geri kalkacaksındır. Korkuluklara tutun. Onlar “adı üstünde” korkmak için değillerdir. Korkular bazen bizi dik tutanlardır. Bizi canlı tutarlar, dikkatimizi açarlar. Kalp atışımızı hızlandırıp, vücutlarımızı ısıtır. Bunlar hayatta olduğumuzun somut belirtileridir. En azından somut olarak hayatta olduğumuzu görmek, soyut yanımızı bulmamız için bir önder olabilir. Şimdi, biraz daha ağlayacağım ve gözyaşlarım bittiğinde kalkıp yüzümü yıkacağım. Bu sırada aynada kendimi izleyeceğim ve ne kadar özel olduğumu göreceğim çünkü öyleyim. Ne zaman ağlasam, aynada kendime bakıp gülümserim ve bu gülümsemenin ne kadar değerli olduğunu görürüm. O kadar değerlidir ki neden bu güzel yüzü ağlattığım için kendime daha çok kızıp daha çok ağlarım. Sonra da ağlamanın bana yakıştığını düşündüğüm için ağladığımı fark ederim ve aynadaki yüzümü severim ellerimle yavaşça. Sonra bir daha yüzümü yıkarım ve geçer gider.

Bütün benliğim bunların içinde gizlidir. Her gözyaşımla benliğimin bir parçası süzülüp gider yanaklarımdan. Böylece benliğimi her gün taze tutarım. Böyleyim, her dakika farklıyımdır. Kim aynı olduğunu söyleyebilir ki? Bunca zamandır kendimde değilmişim, gözyaşlarım içimdeymiş ve onları şu an dökerken kendimi tazelenmiş hissediyorum. Şimdi güneş, yıldızlar ve kalabalık görsün benliğimi. Belki onlarla neşelenemem ama ağıtlarımı yakarken onlarla beraber olabilirim. Şarkılarımı onlara söyleyip kollarımla onları sarabilirim. Yalnız kalmamış olurum. Yalnızlığımı onlara anlatırım. Zamanı geldiğinde de beraber güleriz onlarla. Unutmamalıyım ki gülmek ne kadar güzelse, ağlamak da o kadar güzeldir. Her şey yerinde güzeldir. Her şey erdemi kadar vardır. Unutmamalıyız. Her şeyin erdemini verdirmeliyiz. Onları öyle tamamlamalıyız ki var olsunlar. Eksiklerimizi doldururken hissettiklerimizi unutmadığımız zamanlarımız olsun.

Yorumlar

  1. The Fall of the House of Usher'ın ilk paragrafında tuhaf bir hissiyat tanımlaması var:

    "There was an iciness, a sinking, a sickening of the heart -an unredeemed dreariness of thought which no goading of the imagination could torture into aught of the sublime."

    İşbu yazdığın denemenin bazı bölümleri anımsattı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oldukça derin anlamlara sahip bir söylem. Benimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Bazı şeyleri anımsatabildiysem ne mutlu bana: ortak duygularım var demek ki insanlarla. Teşekkürler.

      Sil
    2. Siyah. Rica ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar