Derinlerimiz İçin

  


    Buradan yazdığım zaman her şey biraz daha kolay geliyor. Beklentileri ortadan kaldırmış oluyorum. Kim, ne şekilde üstüne alınmak isterse o şekilde üstüne alınıyor. Kime yazdığımı ben haricimde, sadece yazdığım kişi bilebiliyor- o kişi de eğer bu yazıyı okuyorsa. Bu şekilde yazarak, yazmak istediğim kişinin zorunda kalarak okumamış olmasını sağlıyorum. Bana daha yakın hissetmek istiyorsa okuyacaktır. İstemiyorsa da diğer okuyanlar kalacaktır bu yazıda. Devamını okuyanlar belki kendilerini bulacaklarını düşünürler ve devam ederler ya da belki benim neler yaşadığımı ve kimle yaşadığımı merak ettikleri için devam edeceklerdir. Devam edecekler için şöyle diyebilirim ki, her yazım birden fazla kişiyi barındırıyor. Tek bir kişi üzerine yazılamaz gibi hissediyorum: bizi biz yapanı nasıl tek kişi oluşturmuyorsa, yazacaklarımın içindeki beni de tek bir kişi oluşturmuyor. Demek istiyorum ki beni o kadar fazla kişi “ben” yaptı ki tek bir kişiyi anlatırken, başkalarıyla yaşadığım duyguları o anlattığım kişiye sığdıramam. Anlatması ne kadar zorsa anlaması da o kadar zor olmalı. Yazıya devam ederseniz, kendinizden parçalar bulacaksınızdır ve belki kendinizi yerleştireceksinizdir yazıya. Bu diğer yazılarımdan biraz farklı olarak bir kişiye ithafen yazılıyor diyebilirim ama içinde sizlerden de parçalar olacağına emin olduğumu söyleyebilirim. 

    Daha önce de dediğim gibi yazmak daha kolay. Blog sayfasına yazmak ya da mektup atmak… Bunlar yapıldığı zaman pek bir beklenti kurulmuyor üzerinde. En azından kısa vadede. WhatsApp’den atılan mesajın iletildisinden okundusuna kadar her şeyi o kadar açık ki istemeden beklenti kuruyorsunuz. Beklenti kurmamak için çoğu zaman internetimi kapatsam bile açtığım zaman internetimi, gelmeyen mesaja bakmadan edemiyorum. Bu anında iletilen mesajlar, anında gelebilen geri dönüşler hayatlarımızı stresle yoğuruyor. Sabır denilen duygumuz azaldı. O kadar çok vakit harcıyoruz ki geri dönüş bekleyerek, günümüzü yaşamayı unutuyoruz. Günümüzü yaşamayı unuttuğumuz için de zaman hızlı geçiyormuş ve onu kaybediyormuşuz gibi hissediyoruz. Oysa ki eskiden mektupların iletilmesi bile epey uzun sürerken, insanlar daha olumlu düşünürlermiş. Bu kadar uzun bir süreye rağmen insanlar günler, haftalar içerisinde o heyecanlarını kaybetmezlermiş. O mektubun her an gelebileceği ihtimalini kısa bir süreye koymak yerine, geniş bir zamana yayarak streslerinin yerini tatlı telaşlı bir bekleyişe bırakıyorlarmış. 

    Bu tür bekleyişler biraz da beklenmiyor aslında. Yazıyorum şu anda, isteyen beni bulsun ve bana yazsın diye. İstenilen şey bir türlü bulunuyor zaten. Düşündüğünüz zaman, neleri bulmadık ki bizi bulmasınlar? Biz böyleysek, onlar neden böyle olmasın? Hepimiz biraz aynıyız sonuçta. İşte bu bloga yazdığım her yazım da bu şekilde. Geri dönüldüğü zaman mutlu oluyorum ve beklenti kurmamama rağmen gelen dönüş beni mutlu ediyor. Geri dönülmediği zaman hayal kırıklığına uğramıyorum. Bu yüzden beklenti kurmadan yazmak en iyisi olmalı. Sonuçları daha az hesaba katarak özgürce yazmak. Birinin cevap vermesi için yazmamak.

    Asıl yazmak istediğim ve iletmek istediğim mesaj içimdeki kırgınlıklar. Yine biraz kırıldım, beklemeden. Güzel geçen her bir anın ardından ne kadar süre geçmesi gerekiyor kötü hissetmem için? Bugün bunu hesapladım galiba. Bir günden az olabilirmiş bu süre. Peki, bu aç gözlülükle alakalı olabilir mi? O duyguyu daha çok istemek. Belki de daha çok istemek, aç gözlülük değil de o duyguya doyamamış olmaktandır. Bunun böyle iyi bir yanı da olamaz mı? Öyleyse üzülmek için elimizde yeterli bir sebep vardır. Ya bu duyguyu bir daha yaşayamamaktan korkmak ya da yeterli yaşayamamış olmaktan korkmak.

    Korkmak bizi bu kadar etkilerken korkmamak elde mi? Bunlarla ilgili söylemek istediğim çok az şey var bu sefer. Söylenen “derin” sözler hazdan kaynaklı mı yoksa gerçekten “derinden” mi geliyor? Bu soruyu düşünmekten yoruldum. Yine de düşünmediğim zaman kendimi fark etmeden kullandırmış olmaktan endişe duyuyorum. Her seferinde de inanmayacağım bu sefer diyorum. Bu sevgi sözcüklerini bilirim ben, hepsi yalandır diyesim geliyor ama bazı zamanlar var ki… O zamanlar bu sözcükler beni özel hissettiriyor. Daha derin hissettiriyor. İşte o zamanlar da gerçek gibi geliyor. Bu sefer oldu diyorum. Gerçekten derin bir şeyler söyleniyor gibi hissediyorum ve o şekilde karşılık veriyorum. İçimde yaşanan duyguları anlatamazken o sözcüklerin her birinden sonra daha çok sarhoş oluyorum. Elim ayağım kilitleniyor sanki ve kontrolümü kaybediyorum. Şu anda bu bir zayıflık gibi görünürken bana, o zamanları düşündüğüm de tamamıyla saf geliyor. Derin duygular bizi saf yapmaz mı? İnsanlar bencilleşmişken böyle saf ve derin duygular bulmak bizi şaşırtırken güldürüyor. Onlara gülüyorlar çünkü duymak istedikleri onlar olmuyor. Duymak istedikleri duygu yoksunluğu oluyor belki. Peki öyleyse, neden “derin” sözler söyleyen biri de bunları söyledikten sonrasını çöpe atıyor?

    “Derin” sözcüğünü düşünüyorum. “Derin” sözler, derinlerimizden mi gelir gerçekten? Derinlerimizden gelenler saklamak istediklerimiz midir? Saklamak istemeseydik derinlerimize atmaz mıydık? Eğer onları doğru zamanda doğru kişiye açmak için bekletiyorsak, bu o kişiyi özel kılmaz mı? Özel olan kişi daha çok anı paylaşılmak istenen biri değil midir? Tek bir günde derinlerinizi açıp, kendimizi açtığımız kişiyi silip atmak derin düşüncelerinize aykırı değil mi? Yazdıkça kendimi daha sinirli hissediyorum çünkü kandırılmaktan ve saf yerine konmaktan sıkıldım. Her söylenene inanmaktan sıkıldım. İnsanlara bu kadar güvenmekten yoruldum. Herkesi kendim gibi sanıyorum, herkes her zaman doğruyu söyler diye düşünüyorum ama her her her seferinde düşündüklerimin tersiyle yüzleşmek zorunda kalıyorum. Dışarıdan mütevazi olmaktan yoruldum. İnsanlara hep daha azımı gösteriyorum ki derinlerime indikçe beni kendileri keşfetsin. İçimdeki derinleri keşfederlerken sürprizlerle karşılaşsınlar istiyorum. Bu sürprizler benim derin duygularımı içeriyor. Ne kadar derine inerlerse o kadar sevgi vardır. Üzgünüm ki, bu sevgi herkese iyi gelmiyor. Diğer insanların çoğu dışarıdaki kimliklerine daha fazlasını koyuyorlar ve içerilerini daha boş bırakıyorlar. Olmadıkları biri gibi olabiliyorlar. Şaşırmıyorsun, şok oluyorsun. Kendi isteklerine ulaşmak için farklı bir kimliğe başvuruyorlar ve sen inanmayı seçtikten sonra kendileri oluyorlar. Bu kişilere tahammül etmekten sıkıldım.

    Yazıyı bitirirken eklemek istediklerim, herkes hissettiklerini tam olarak söylesin. Ne bir fazla, ne bir eksik söylesin. Gerekiyorsa sussun. Her zaman bir şey söylemek zorunda değiliz. Bu bir zorunlulukmuş gibi geliyor ama hayır. Sustuğumuz zaman daha çok söz söylemiş olabiliriz. Daha çok düşünce ifade eder bu belki de. Hissettiklerimizden fazlasını söyleyip karşımızdakini buna inandırmak kabul edilmemeli. Emin olmadığımız zaman bunu söyleyebilmeliyiz. Kırgınlıklara karşı önceden önlem alınmalı. En azından o anda yaşanan duygular karşılıklı olduğundan doğrular söylenmeli. Bırakalım da o anda karar versin karşımızdaki. Sonra karar vermeye bırakmak, onun için o anın kaybı gibi olacaktır. 

    Güzel bir şarkı bırakıyorum ve yazımı sona erdirirken hissettiklerimi düşünmeye devam ediyorum.



Yorumlar

  1. Kırgınlıklara karşı önlem almak,bana kalırsa doğru bir seçim. Fakat bunun kötü tarafı,
    yaşayacağımız muhtemel mutlulukları da engellemek anlamına geliyor malesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben ise o muhtemel mutluluklar için o kırgınlıkları göze alırım. Sevmekten korkmamak bir klişe değil, tam tersidir çünkü korkuyoruz. Korkmayıp yaşayalım en küçük bir mutluluk için. Teşekkür ederim yorum için.

      Sil
  2. Dolayısıyla sevmekten korkmayalım. Hayat kısa klışesi işte...

    YanıtlaSil
  3. Sadece yaşasak olur mu ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olması gereken yaşamak değil mi zaten? Yine de "sadece" kullanımından kaçardım, yaşamanın yanına katılması gereken duygular, düşünceler de vardır. Yaşamadan neler olabileceğini bilemeyiz. Yaşamaya ve sevmeye cesaret göstermeliyiz. Dolayısıyla, evet olur.

      Sil
  4. Peki ne zaman bakacak gözlerimiz birbirlerine? Ne zaman tutacağız ellerimizden ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle cesur birkaç adım lazım, kim olduğumuz ve duygularımız hakkında. Sonrası biraz hissiyat biraz sevgi.

      Sil
    2. Belki bi kahve daha içmek istersin. O zaman konuşuruz :)

      Sil
  5. “İnsan, kişiliğini küçük şeylere olan tutumuyla belli eder.”

    (Arthur Schopenhauer)


    Daha önce konuşmuş insanların cümleleri, ne iyidir, ancak anlatmaya başlayandan!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Detaylar, büyük resme bakmaktan daha iyi tanıtır bir insanı bence de. Bizleri özel kılandır, farklı kılandır. Gerimiz ne kadar farklı ki? Teşekkür ederim yorum için.

      Sil
    2. Görmek. Bakmak, tek başınayken oldukça beyhude bir uğraş. Holbein'in The Ambassadors'u örneğin.

      Rica ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar