Acılarım İçin
başının ve sonunun neresi olduğunu bilmediğim rayların
üzerinden tren geçmeden önceki yalnızlığını izliyorum
duraktaki sarı çizginin üstünden
bir kısmı gölgede kalan
bir kısmının ise güneşin ışınlarıyla sarardığı
metalden tren rayları
görevlerini yapmak üzere bekliyorlar hareketsiz bir şekilde
ya şimdi gelen trene dur desem
durur mu
yoksa görmezden mi gelir o da beni
geçerken yanımdan hızıyla fark edilir miyim
belirsiz benliğimle
kendimi atsam sana
ulaştırır mı hissettiklerimi
kaç ton taşıyabilir bu raylar
kulaklığımda çalan bob dylan
ve trenin rüzgarı
karışıyor birbirine
düşüncelerimin sarmallığında
ulaşmak için ruhuna
dokunmak için tenine
daha kaç tren geçmeli
ne kadar daha rüzgarı hissetmeliyim
kaç kere daha kendimi atmayı düşünmeliyim sana
ya da raylara
Geçmesini bekliyorum günlerin. İçimdeki acının bir zaman sonra dineceğine inanmak istiyorum. Böyle olmadığı zaman anlamı kalmıyor devam etmenin. Farkındayım her şeyin, iyinin ve kötünün; hatta bunlara bizim anlam verdiğimizin. Mutlu hissetmek istiyorum. Sonra mutluluğu tanımlıyorum kendi içimde: Eski ben. Peki eski ben nasıldı? Neler farklıydı içimde? Bilmiyorum. Sanırım rutine bağlıyordum. Alıştığımı sürdürmeye devam ediyordum çünkü güvenliydi. Kendimi ait etmeye çalışıyordum olduğum her yere. Böylece yüzüm gülmek için çabalamaya başlıyordu. Uzaktan seviyordum, yakınlaşmak acı veriyordu. Kendime bağlıydım. Her gün kendimle konuşuyordum. Yazıyor ve dinliyordum. Kalbimin kapıları açıktı dinginliğe. Güçlü olduğum yanlarıma temas ediyordum ve bunlar oldukça fazlaydı. Her seferinde yenisini de keşfediyorum. Başarılarımla gurur duyuyordum. En küçük bir adım bile paha biçilmezdi. Değer biliyordum verilenlere ve aldıklarıma. Sonum aynı zamanda en başımdı. Her başladığım kaset başa sarıyordu kendini. Üstüne devam ediyordu kayıtlarım çünkü her şey karmaşıktı. Yine doluydu hayatım. Yine kendimi arıyordum ve bulamıyordum ama deniyordum. Şimdi ise denemelerim yordu beni. İçimdeki yanan alevi söndürecek bir fırtına bulamıyorum. Gelen yağmurlar sadece benimle yananları söndürüyor. Uzaklaştırıyorum çevremdekileri. Benimle yanmalarını istemiyorum ama bazılarını yanıma almak istiyorum. Sonra bu bencillik mi diye düşünüyorum. Acılarımı paylaşmam “ben”cillik mi yoksa insan olmanın bir çilesi mi?
Varlığımı devam ettirmem için kendimi bir şey etmek istemem lazım. Yoktan var etmek ya da vardan yok etmek. İçimdeki bu derin kesişimin kümesine düştüm ve seçemiyorum gideceğim yönü. Tuzağına düştüm ideallerimin. Kapıldım akışına yeni rüyaların. Gerçekliğim ve hayallerim birbirine karıştı ve günlük hayatım akıntı yönü belli olmayan bir maviliğe döndü. Sahilimde yıkılan ağaçlarım ve kıyıya çekilen canlarım, hepsi birer birer olduğu yeri terk etmeye başladı yüreğimde. Kendi evimi inşa ederken durmuşum ve uzaklaşıp izlemeye başlamışım. Sanki bina kendiliğinde hazır olabilirmiş gibi. Durmuş bakıyorum iskeletine yuvamın. Kalbimi koymuşum şöminesine ve hareket etmesini bekliyorum. Kendim içine girmeden gitmeye hazır hale getirmişim onu. Beni bırakmasından korkuyorum ama onu tamamlamak için de çaba gösteremiyorum. Dizdiğim tahtalar beni yormuş. Taşıdığım bu yükler, omuzlarımı yara yapmış. Sürdüğüm kremler işe yaramaz hale gelmiş, belki tarihleri geçmiş. Oysaki geçmeyecek sanıyorum son kullanma tarihleri.
Anladım ki her şey geliyor ve gidiyor. Bu bana eski “ben”i hatırlatır: “We appear, we disappear. We’re so important to some but we’re just passing through.”. İdealize ettiğim aşkı izlediğim Before Sunrise’deki gibi gün doğuyor, batıyor ve gece yarısı geliyor. Günümü batırmaya hazırlanırken sanki yeniden doğurmaya ihtiyacım olan bir evreye gelmişim gibi hissediyorum ya da aynı zaman gün batarken, başka bir günü doğurabilir miyim? Bunlar filmlerde bile olmuyor, ben kimim ki? Kalbimizin kaldırabileceği yük ne kadar? Hissedecebileceklerimizin bir sınırı var mı? Labirentte kaybolmamamız için elimizde tuttuğumuz bu ipi bırakacağımız bir gün gelecek mi yoksa labirentte mi var olmak isteyeceğiz?
Ben ki, tuttuğum bu ipi çekmeye devam ediyorum. Bırakmaya da niyetim yok. Gerekirse bu ip kopacak ama ben tutmaya devam edeceğim. Elimde kalan parçası bana karışmaya başlayacak çünkü benliğimi emeklerimle oluşturuyorum. Her bir parçama kaynayan uzaysal boşluktaki deneyimlediklerim, suya attığım bir taş gibi derinlere iniyor. İndikçe birikiyor kumlarımda ve yükseliyor sularım. Daha fazla yer kaplamaya başlıyorum bu evrende. Büyüdükçe tanımaya başlıyorum bedenimi saran enerjimi. Temas ediyorum daha fazla canlıya. Sularımın içerisinde aleve yer kalmıyor. Söndürüyorum tek tek yanan parçalarımı.
Şimdi yaralarımı sarma vakti. Gözyaşlarımı silme vakti. Ben olma vakti. Gülümseme vakti.
parçalanmış bir gökyüzünde asılı kalmaya çalışan bir yıldız gibiyim
karalara bürünmüş renkli benliğim
rengi olmayan boşlukta
durmadan çarpıyor sağa sola
akıyor yüreğim
gökyüzünün parçalanmış kısımları arasından
canımı acıtan şey ise çarpmalarım da değil
düşüncelerimin tutarsızlığında
***
düştüm tuzağına zamanın
geldiğim bunca yolun
emeklerimin karşılığının anlamına
yükledim omuzlarıma düşlerimdeki kendilik algımı
geri dönmek yakışır mı üzerime
giydiğim bu siyah kadife elbisem gibi
ya da gözlerimdeki siyah kalem kadar
çıkarsam üzerimdekileri
kalsa bedenim noktanın ifade ettiği
sonunu getirecek olan varlık gibi
her şey bu yolun sonundaysa
saklanmışları ortaya çıkarmak için
gerekiyorsa bu yalnızlığı tatmak
başından beri tersmiş akış
varmışız
ve
yok oluyoruz
***
s”AN”a:
arkasına saklandığın öyle çok şey var ki
önünde neler olduğu görmemek için gözlerini kapamışsın
bel bağladığın tüm olgular
birer engele dönüşmüş derinlerinde
onlara takılmamak için kenarlarından dolanıyorsun
çünkü üstlerinden geçebilecek gücün yok sanıyorsun
denemekten bile yoksunsun
nerede bu cesaret
kimde bıraktın onu
hangi sana dahil deli yüreğin
bozmak istiyorum kalbine bağladığın söz zincirini
ellerimle tutmak istiyorum hüzünlerini
sonra üflemek
bir karahindiba gibi dağılması için
işte belki o zaman engellerin de bunlara benzediğini anlarsın
gücünün yetmediğini zamanlarda
bilmelisin ki başka yollar da vardır
belki uzatılan bir yardım elini tutmak
belki de o engelleri ezip geçmek
Okurken bir ezgi çınladı içimde bir yerlerde, bu nasıl anlarsam mistik tınıları olan bir o kadar da modern bir çığlık gibi, ellerin dert görmesin
YanıtlaSilNe mutlu bana hissettirebildiysem bir şeyler. Teşekkür ederim ^^
Sil