Kifayetsiz Kalanlar İçin

 


    Şimdi ben burada oturup sizlere dilin kısıtlayıcı etkisi hakkında bir yazı yazmak istiyordum ama sonra buraya yazmanın da dilin kısıtlayıcılığını kullanmak olduğunu fark ettim. Birden anlamsız göründü yazmak, sonuçta kısıtlı olduğunu düşünüyordum dilin. Ben sizlere burada dil kısıtlayıcıdır diyip kendimi anlatmaya çalışacaktım ancak yazdıklarıma göre sizin beni anlamanızı beklememem lazımdı. Bir kelimenin vereceği bir duygu yerine, bir bakıştan bin tane duygu alabiliriz diyerek açıklamak istiyordum. “Kelimeler kifayetsiz kalıyor.” demeyi düşünmüştüm. Kelimelere sığdıramadıklarımızdan bahsetmek istiyordum. Aynı dili paylaşmak yerine, aynı ruhu paylaşmak. Bakışların buluşması, ellerin ten üzerinde gezinmesi, çalan şarkıda dans edilmesi ya da beraber uyumak. Bütün bunları bir hayal edin, güzel ya da kötü anıları. O anlardaki yoğunluk, sözlü olarak söylenen bir kelimeden daha yoğundur.  Bir insan bizi sevdiğini söylediğinde bile, biz aslında o kelimelere dikkat etmiyoruzdur. Ses tonuna dikkat ediyoruzdur, kalp ritmi ile beraber sesin titremesi ya da boğuklaşması. Göz bebeklerinde görürüz o kelimelerin yansımalarını. Anlayacağınız, biz sadece kelimelerin harflerine bakmayız, ifade ediliş biçimlerine de bakarız ve asıl anlam onlardadır. 

    Aynı dili paylaşmak yeterli sanıyoruz ancak dil basit ve yetersiz kalıyor aktarmakta duyguları. Tatmin etmiyordur bizi söylemler. Bazı durumlar vardır ki israf ederiz kelimeleri, uzatırız ve uzattıkça anlam kazanır sanarız. Ne yazık ki o durumlarda da aslında devreye ruhlarımız giriyordur. Bir bakış, bir temas asıl anlamını kazandırandır kelimelerimize. Asıl anlam göz bebeklerimizde yatar, onların hareketlerindedir anlatmak istedikleri. Yüz kaslarının ne kadar ve nasıl hareket ettirdiğinden anlayabiliriz bir insanın anlatmak istediklerini. İstemsizce ifade eder bedenimiz kendini çünkü bizler sürekli geçmişi ve geleceği düşünürken ifade etmekten korkabiliyoruzdur. Bizim, sadece şimdimiz yok. Sadece “şimdimiz” olsaydı korkmazdık çünkü kaybedecek bir şeyimiz olmazdı. Ancak biz sürekli kaybedebileceklerimize odaklanıyoruz, hatta kaybedeceğimiz henüz kesin bile olmadan. Önlem alıyoruz sanıyoruz ama asıl önlemi korkmayarak alabiliriz. Dolucasına yaşamadıktan sonra bir sürü geçmiş, bir sürü gelecek ne işe yarar? Şimdiden, geçmişe güzel bir şeyler bırakmadıktan; şimdiden, geleceğe güzel bir şeyler aşılamadıktan sonra neden şimdi vardır? Şimdi dediğimiz şu “an” kendini anlatmak için çırpınıyor gözlerimizin önünde, bedenimizin içinde ve biz ısrarla reddediyoruz. Kendimize diyoruz ki “korkuyorum”. Kendimize verdiğimiz bu tarz mesajlar bizi içimize kapatıyor, kelimelerimizi zindana bağlıyor. Biz de kelimelerimiz zindana bağlandığı için artık korkmamıza gerek yok, ifade edemeyeceğimiz kendimizi sanıyoruz. Ancak, öyle değil. Kelimeler olmadan da ifade ediyoruzdur biz kendimizi. Aslında ne kadar basit görünüyoruzdur. Kullandığımız kelime sayısı yerlere inmişken bütün duyguları, en basitinden en karmaşığına, aynı kelimelerle ifade etmeye çalışıyoruzdur. Zannederiz ki birkaç kelime ile hayatta kalabiliriz ve kendimizi ifade edebiliriz.  İstediğimiz kelimeyi, istediğimiz cümlede söylüyoruzdur ve herkesin buna inandığını düşünüyoruzdur. Sanki kelimeler ifade edebiliyormuş gibi, hislerimizi aktarıyoruz diye düşünüyoruzdur. Bilmiyoruz ki hisleri aktarmak o kadar kolay olsaydı, herkes mutlu olurdu. Bir sürü kaybedecek şeyimiz olduğunu düşündüğümüzden hislerimizi de saklarız. Oysaki bizde de güvende değildir hislerimiz. Dediğim gibi, bedenimiz kendini ele verir. Kalp atışlarımız hızlanır, ellerimizi nereye koyacağımızı bilemeyiz, yüz kaslarımız şekil değiştirir. Hele ki göz bebeklerimiz… onlara bakarak anlayabiliriz sevgiyi, olanı ya da olmayanı. 

    Bu kadar anlattıktan sonra, nasıl gelip kelimeler yeterli diyebiliriz? Her “seni seviyorum” diyene inanmak buna dahil midir? Sevgiyi dile dökmek mi gerçektir, göstermek mi? İstemez miyiz sevgi gösterilsin? Özellikle de kelimeler zaten basit olmasına rağmen onları daha da basite indirgeyip yalan haline getirenleri tanıdıktan sonra…gösterilmeyen sevgiye inanmak daha da zor gelir çoğumuza bu yüzden. Kelimeler nasıl basitse, yalan ondan da basittir. Bu yalanlara, hazlarına kapılanlarınki de giriyor. Hazlarına kapılıp bir an için doğru hissettiklerini sananların söylemeleri de yalandır çünkü gerçek duygular daha derindir, üstünkörü ifade edilemez. Karşındakine anlatmadan önce sen iyice anlamak istersin. Sen anlayamadan, onlar ifade edilemez; ne kelimelerle, ne de bakışlarla. Kelimeler ne kadar basitse, bizler o kadar karışığızdır. Bu yüzden de karmaşıklığımızı basitçe anlatamayız.

    Buraya tüm -basitçe- yazdıklarımı anlamaya çalışıyorsunuz ve belki de anladığınızı düşünüyorsunuz. Elbette ki hepimiz bir şeyler anlıyoruz. Anlamak sorun değil, bu anlamı kime göre aldığındır. Şu an bunu okuyanlar anladıklarını benim anlattıklarım, benim düşüncelerim olduğunu sanıyorlarsa yanılıyorlar. Buradan anladıklarınız, benim yazdıklarımın sizin kendi içinizdeki parçalarla birleşiminden yola çıkıyor. Siz kendiniz bunu bütün haline getiriyorsunuz. Hepimiz farklı şekilde yorumluyoruz dünyayı. Yaşantılarımız ve genlerimiz bizleri farklı şekillere getiriyor. Hepimiz kendimize özeliz. Nasıl ki bir cümleyi hepimiz farklı şekilde anlıyorsak, her bir ifadeyi de farklı anlıyoruzdur. “Seni seviyorum” denilmesi kimine göre güven içerir, kimine göre de hep bir yalandır. Deneyimlerimiz bizi şekillendirmiştir. Her şeyi kendimize göre anladığımızdan dolayı karşımızdakinin duygularını zaten kısıtlı bir şekilde anlamamızın üstüne bir de kelimeler eklenince her şey daha da yok oluyor. Yok ediyoruz. 

    Eklemek istiyorum ki, dilin kısıtlılığı duygular üzerinde eksiktir diye düşünüyorum. Düşünceler üzerinde de bir kısıtlayıcılığı vardır elbette ama düşünceleri de kelimeler dışı ifade edemeyeceğimizden, onları kelimelerle ifade etmeye çalışmaya devam edeceğiz. Sona gelirken, duygularımızı da olabildiğince kelimelerden uzak ve hislerimize yakın ifade etmeye çalıştığımızda iletişimimiz artacaktır. Duygu yoğunluğumuz zirvesine ulaşacaktır. Küçücük bir detayda yatan bir anlamı bulmak, bin kelimeyi duymaktan daha çok tatmin edecektir bizi. Tek bir cümle söylemekten korkan insanları anlamınızı sağlayacaktır. Sizin de anladığınızı görünce ifade etmekten korkmayacaktır da. Bugün bizler bir adım atarak, kendimizi dil dışında bir şekilde ifade ederek öncü olacağız. Büyük bir değişim, küçük adımlarla başlar. 

    "This could be the end of everything
So why don't we go somewhere only we know?"

Yorumlar

Popüler Yayınlar