Solmamak İçin


Giresun- Görele


Hayat nasıl akıp geçiyorsa hayatımızdan insanlar da öyle geçip gidiyor. Sokakta yanımızda yürüyen biri, kafede yan masamızda oturan biri, otobüsteki adam. Hepsi geliyor, görünüyor ve gidiyor. Kimileri hatırlanmaya değerken kimileri sadece bir yansıma olarak kalıyor hayatımızda. Sonra da uzun süreli bellekten atılıyorlar, yeni verileri kaydedebilmek için. Herkes geliyor ve geçiyorsa bunun sayısını tahmin edebiliyor musunuz? Belki şu an toplam yaşamımızın yarısını doldurduk ya da doldurmadık bile. Şu ana kadar kaç insan gelip geçti, aklınız bunu alabiliyor mu? Matematiğimiz yetmeyebilir. Geldiler, gittiler ve sürpriz. Yine biz kaldık. Bu kadar insan gelip geçmişken şöyle diyelim: Hepimiz bir çiçeğiz. Peki, her su verene açacak mıyız?

 

Hayatımıza giren insanları biz kabul ediyoruz ya da kabul etmeyip hayatımıza almıyoruz. Yani kiminden bizi sulamasını isterken, kiminden sulanmak yerine solmayı tercih ediyoruz ya da kimse yokken solacağımızı düşündüğümüz için istemeyerek de olsa denemekten zarar gelmez diyerek bazı insanları hayatımıza dahil ediyoruz. Yani seçiyoruz. İyisini ya da bazen hiç yoktan iyisini. Hiç yoktan iyisini seçmek hak edilebilir mi? Biz bile bazen hiç yoktan iyisi olmuyor muyuz? Bu bizi nasıl hissettiriyor? Hiç yoktan iyisi olmak yerine hiç olmamayı tercih ederim çünkü yerimi birinin alması yerine hiç olmam. “Hiç yoktan iyisi biri” olmak hak edilir mi? Yoksa “hiç yoktan iyi biri” başka birinin iyisi olduğunu görmeyi beklemeli mi?

 

 Seçmek ve seçilmek. Sulanıp sulanmayacağımıza karar verirken bile seçiyoruz, biz fark etmeden bile olsa. Bu yüzden seçen olmak daha kolay. Görürsün, beğenirsin çünkü herkesin belli bir hayali vardır ya da herkesin bir şeması vardır diyebiliriz. Herkes yaşadıklarına göre bu şemalara sahiptir. Bu şemalar bize tanıdıktır, onlara öyle alışmışızdır ki normal olan onlarmış gibi gelir. Tercihlerimiz sürekli terk eden, duygusal bağlılık isteyen, bağlanma problemleri olanlar ya da belki narsistler yönünde olabilir. Bu gibi şemalar sizin seçme sebeplerinizdendir. Takılıp kalmışsınızdır sanki. Üstelik her seferinde yeniden aynı tarz birini seçmeyeceğinizi söylemişsinizdir ve işte: Aynı tarz kişi karşınızdadır. Seçtiniz. Peki seçtiğiniz kişi sizi sulayacak mı yoksa gittikçe solacak mısınız?

 

Seçtiğiniz kişi sizi daha önceden kandıran, üzen, kıran eski bir seçtiğiniz kişiye benziyorsa başınız belada demek olabilir. Aynı kötü duyguları yaşama olasılığınız yüksektir. Solacaksınızdır. Tüm bunları aslında bilmenize rağmen size rahat geliyordur. Siz buna alışkınsınızdır. Acılarına da solmaya da. Bu yüzden hep devamını istersiniz ve sonra karşınızdaki gelir sizi seçmediğini söyler. O sulamak için sizi seçmemiştir. Herkesin böyle şemaları vardır. Bunları kırmak zordur ancak bu şemaları bildiğimiz zaman potansiyel farkları anlamış oluruz ve bu bizi değişime sürükleyebilir. "Tehlike taşıyan potansiyel eş"  üzerinde dikkat etmemizi sağlayabilir. Seçmekte özgür olduğumuzu bilmek bize güven verir ama bazen seçilmeyi beklemek daha iyi olabilir. Seçilmek de lazım ki solmayalım.

 

Bir ilişki yaşamak ya da sevmek diyelim, göründüğü kadar kolay olmamalı demek ki. Bizler şemalarımıza güvenip kolay yolu seçiyoruz. Her zamanki tanıdık, bilindik bir yol olanı. Neredeyse gözlerimizi bağlayıp gidebiliriz. Bunu deneyimlemişizdir: ilişki sürerken fark ederiz ki bu tanıdık bir yoldur ve  daha önce de yaşamışızdır. Diyorum ki bu tanıdık yoldan çıkın ve farklı birini deneyin. Bir anayol olmasa bile patika yollar mutlaka vardır ve her patika yol bir anayola bağlanır. Siz de zoru seçerek, yolunuzu değiştirerek, sevgiyi hak ettiğinizi gösterirsiniz. Sadece denemek lazım. Biliyorum, korkutucu görünüyor. Hayallerinizde belirlediğiniz kalıplara uyan kişilerdi ve hepsinin "şema" denilen bir zırvanın kötü sonucu olduğuna inanmak istemeyebilirsiniz. Yeniden düşünün: evet, kalıplarınıza uyuyordu: zeki, çekici, komik, eğlenceli, çalışkan, düzenli, uzun, kısa, zayıf, kaslı, şişman, gözlüklü, sarışın, esmer... Bu kalıplarınıza uyması dışında, size sizin istediğiniz sevgiyi veriyor muydu? Hediye almayı seviyorsunuz diyelim, size hediye almış mıydı? Aldığı hediye bir anlam taşıyor muydu? Sürprizleri seviyorsanız, size sürpriz yapmış mıydı? Size hiç bir buket almış mıydı? Ailesiyle tanışmış mıydınız ya da arkadaşlarıyla? Bu gibi örneklerden birkaçı ya da çoğu gerçekleşmiş olabilir ama eksik olan o bir şeyi siz hissetmişsinizdir. Sizin değeriniz bu muydu ya da siz daha fazlasını istiyor ve hak ediyor muydunuz?

 

Hepimiz hak ediyoruz. Daha fazlasını hak etmek değil, istediğimizi hak etmek. Size saygı duyulması, çiçeklerinizin sulanması. Siz gidip bir fotoğrafınızı çıkartıp ona verirken o karşılığında size ne veriyordu? Belki o fotoğrafı sadece duvarına asması yeterliydi ya da belki de zaman ilerledikçe daha fazlasına ihtiyaç duyuyordunuz. Sizin ihtiyaçlarınızı bilmeliydi, bilmek istemeliydi. Hakkımız olanları almayı denemeliyiz. Bir ya da iki jest biz yapmalıyız ama karşılığı gelmediğinde hakkımızı alamadığımızı görüp hak ettiğimiz yerde olmadığımızı görmeliyiz. Yoksa sonucunda, sadece soluyoruz. 

 

Bu solma meselesi, öyle uzun zaman sürebiliyor ki bazen bir kaktüsü bile soldurtabiliyorlar. Yavaş yavaş köklerimize kadar solabiliyoruz ve fark etmediğimizi sanabiliyoruz! Gerçekte olan, bunu biliyoruzdur ama "Ağzımızın tadı kaçmasın." diyerek devam etmeyi seçiyoruzdur. Bunu seçtiğimiz için "ağzımızın tadı" kaçıyordur. Sonunda solana kadar devam ederiz. Ölüm eşiğine geldiğimizde fark ederiz ya da karşımızdaki kişi bizden önce fark eder ve artık onun dilinde özgürsünüzdür, sizin dilinizde terk edilmiş. Özgürlüğümüzü geri verirlerken (?) solan bizi yeşertmeyi unutmuşlardır, ne yazık. Artık kendine bakma ve yeniden aynı hataları yapmama zamanın da gelmiştir: o şemalardan uzak durma zamanı.

 

Hepimiz solmuşuzdur zamanında. Sonrasını bizi sulayacak yeni birilerini bulmuşuzdur ya da belki güneşe dönmüşüzdür. Solup gitmek öyle kolay değildir. Güneşi gördüğümüz sürece gitmeyeceğiz. Yeniden yeşermenin daha çabuk olabilmesi için biraz daha dikkatli olup solmaya başladığımızı fark ettiğimiz anda kendimize çeki düzen vermeliyiz ve belki kendimizi sulamalıyız. İçimizdeki güneşi uyandırmalıyız! Yüzümüzü güneşe dönüp "hayattayım" diyebilmeliyiz. Nefes almalı ve doğaya geri vermeliyiz onu. Bırakın o nefes dolaşsın ve başka birinin nefesi olsun. Biz içimizdeki güneşi uyandırdığımız müddetçe, bizi sulamayı unutsalar bile solmayacağız.

 

Son olarak, unutmamalıyız ki her başlangıç bizi farklı bir yola sürükleyebilir. Başlangıçta planladığımız yoldan ilerlerken, zamanla o yollardan sapmaya başlayabiliriz. Bu yazıda ya da diğer yazılarımda da olduğu ve olacağı gibi. Yazıya başlarken, “Her su verene açacak mıyız?” sorusuna cevap arıyordum ancak ilerledikçe farklı sorular oluştu aklımda ve farklı cevaplar buldum. Başka bir yazımda bu soruya cevap bulurum belki. Bu yazı için sonuma ulaştım.

 

Yorumlar

  1. "Hepimiz solmuşuzdur zamannında" evet doğru bir cümle öyle ki bazı bazı insanlar en büyük acıları çektiklerinde, en derin melankoliyi yaşadıklarında üretmeye başlarlar "Ve belki kendimizi sulamaya başlamalıyız" . Bakınız Freud, Dostoyevski, M. Jordan onlar kendilerini suladılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim öncelikle. İçsel gerilim ve çatışmalar bizleri karşılaşma anına götürüp yaratıcılığa sürükler. Aynı zamanda düşünceler acı ve mutluluğun somut kutupları arasındadır der Rollo May. :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar