Bugün Var Olduğumuz İçin

 


    Şu an hissettiklerimi gözlerim dolmadan asla yazamıyorum. Damarlarımın içinde akan kan gözlerimden taşmak için can atarken ben onları damarlarıma geri bastırmaya çalışıyorum. Yaptıklarımız, bugünümüz ne için? Ne için yaşıyorduk ve ne için yaşıyoruz? Her şey sona yaklaşırken ben ne düşünmeliyim? Kontrol edemiyor hissediyorum kendimi ama en önemlisi de hayatımı. Şelaleden kayıp giden damlalar gibi bir nehre tutunmaya çalışıyorum. Bulduğum her dal kırılıyor ve sürüklenmeye devam ediyorum. Elimde olmayanlara bir bir bakıyorum. Tek kazancım daha da derinlerine gömüldüğüm bir mavilik içindeki sonsuzluk.

 

    Sonra birden farklı bir hayal görmeye başlıyorum: koca bir enkaz var, hem kalbimde hem yoklukta. Darmadağın kalbim kendini kurtarmaya çalışıyor. Üzerime düşen molozların kumları gözlerimi kurutuyor. Geriye benden bir parça bile bırakmamak üzere, üzerime kurtlar atlıyor. Parçalara ayrılıyorum, bedenim ve zihnim gibi. Hayata yeniden gülebilmek nasıl bir şey? Yaşanırken bu kadar acı, kalplerimize gömdüklerimizi kaç insan kaldırabilir? Kolektif toplanan bu bilince daha kaç nesil dayanabilir? Nefes alıyoruz ama nereye doğru? Bu kadar kan toz içerisinde başımı koyabileceğim temiz bir yer bulamıyorum. Uykularımda kabuslar türlü türlü. Bir de zihnimde ikilemler: nasıl hissetmeli ve nasıl davranmalıyım. Tutarlı bir yol bulmaya çabalıyorum. Cesur olmaya da çalışıyorum çünkü ancak bu şekilde arkamda “keşkeler” bırakmam. Kadere inanıyorum. Elimde olmayan şeyleri kabullenmeyi deniyorum. Her şeyi kontrol edemeyeceğimi biliyorum ama korkuyorum. Bunu kabullensem de devam ediyor içimde büyüyen kaygı. Varlığım alevler içinde yanan bir meşale gibi, gittikçe artıyor yakıcılığı. Kasıp kavuran bir öğle vaktinde uykuya çekilmiş insanlar gibi de çaresizim. Bir şey olmayacağına güvenerek kafamı koyduğum yastık parçalanıyorken yapabildiğim tek şey gözlerimi kapayıp bir kâbus olduğunu hayal etmek. Çaresiz miyim? 

 

    Çeşit çeşit hayaller zihnimden geçip omuriliğim üzerinden bedenime doğru kayarken, yaşadığım andaki kaygılardan kopuyor ve farklı bir boyuta atlıyorum. Düşüncelerime engel olmaya çalışsam bile duygularımı susturamıyorum. Sevgi benim dayanağımken ona hâkim olmak istemiyorum. Yaşamak için güçlü bir sebep arıyor insan. Şu an işte sana tutunuyorum, daha doğrusu tutunmaya çalışıyorum. 

 

    Hangi dala elimi uzatsam daha uzanırken çıtırdamaya başlıyor bu taze dallar. Belki ben fazla güç uyguluyorum bu yeni yeşermiş olanlara. Ayarlayamadığım orantı bozuyor gibi geleceğimi. İçimde dallanmaya başlayan sevgi, en zor günlerimde daha da yoğun bir hal alıyor. Zorla uzatmaya çalışıyorum fidanımı. Eriyecek karları köküne yerleştiriyorum, erisin diye yavaşça. Beyazlık ve yeşillik bir araya geliyor ve karışıyor toprağın üzerinde. Ya şimdi ya hiç. Zamanı bilemiyorken ona göre hamleler yapmak da zorlaşıyor. Şah mat yapmak için hangi anı beklemeliyim? Sonraki hamlemi yapacağım tahtamdaki son hamlemin bir önceki hamlem olduğunu nasıl tahmin edebilirim? Bir an sonramı bile düşünemezken nasıl bir yol çizebilirim kendime? Ancak kendimi dinlediğim anlar yaratabilirim ve dolanan yollar inşa edebilirim benliğim üzerine. Sonuca ulaşmak yerine içinde olmak istediğim uzanan yollar ve kollarımın eriştiği dalları yeğlemek isterim. Yorgun gözlerimde büyüyen sevgi tomurcukları, içime attığın hislerim: Hiç bu kadar yansıttığımı düşünmemiştim. Oysaki ne kadar yaşlı görünüyormuşum. Anlayabiliyorum ne denilmek istendiğini. Geleceğe dair bir sürü kaygı yaratıyorum anımda. Bunlar ise gözlerimden dışarı taşarak kendilerini ifade etmek istiyorlar. Yıkılmamak için güçlü bir gövde yaratmak istiyorum ama elimden gelen cılız kökler oluyor. Bütün olmanın bu kadar zor olduğunu yaşamadan bilemiyor insan. 

 

    Bir an geliyor ve artık zamanı yaşamak istiyorsun. "Ya şimdi, ya hiç!" Her şeyin çaresini o anda buluyorsun. İçimde olgunlaşan bu düşünce ile beraber yaptığım itiraf, geçmiş ve geleceğime dair olan kaygılarımı bir kenara bırakıp şu anımdan duyduğum endişenin bir yansımasıydı. Şimdi daha iyiyim. Elimden geleni yaptım ve ardımda bırakmadım duygularımı. Onları sahiplendim ve sonra ise asıl sahibine ilettim. Belki kabul edecekti, belki etmeyecekti onları ama sonuçta doğru yer orasıydı ve benim görevim doğru yere götürmekti. Denemediğim bir şekilde elimde kalacağına bu duygular, kabul edilmediklerini bilerek benimle kalsınlar istedim. Şimdi onlara daha da iyi bakacağım öncekinden, olduğundan daha fazla yalnız kaldılar ama oldukları yerden mutlular. Bilmek bir lütuftur, bilmemek kaygı yaratır. Şimdi ise büyüteceğim onları kucağımda, yeni hissiyatlara doğru.

 

    Hissettiklerim İçin adını verdiğim bu blog, kendimi açmaktan hiç korkmadığım ve özgür hissettiğim bir platform oldu. Beni tanımak ve hissettiklerime ortaklık etmek isteyenlerin kendi tercihleri doğrultusunda şu an bu yazıyı okurken bulmalarını ben dememiştim ama şimdi, hep beraber buradayız ve duygularımızı paylaşıyoruz. Eski dönemlerdeki mektuplaşmaktan her zaman etkilenmişimdir. Bazı duygular yüz yüze tam aktarılamıyor ve bir süre üzerlerine düşünülmesi gerekiyor bence. Anın büyüsüne kapılıp kendimizi ifade edemediğimiz çokça zaman olmuştur. Şimdi ise, bu yazımda, yüz yüze ifade edemediklerimin devamını bulabilirsiniz.

 

    Unutamadığım ilk karşılaşmamızın bendeki büyülü izlenimini, bir hikâye yazmak için kullanabilirim. Sanki daha önceden tanıdığım ve özlediğim birine bakıyordum. Dikkatimi çektiğin o andan arkadaşlığımızın gelişiminden bugüne kadar geçen süre olduğundan daha uzun hissettirmişti. Ettiğimiz sohbetler ve yan yana gülüşlerimiz. Şimdi ise aramızda olanı ve olabilecek olanı biliyorum. Üzgün değilim ama kırgınım, kendime. Yeniden yaşayamayacağım bir duygu gibi geliyor aşk. Karşılık bulamadığım duygularımın günler geçtikçe körelmesinden ve yuvasının kapısını sonsuza dek kilitlemesinden endişe duyuyorum. Şimdi o anahtar elimde ama ya o anahtarı bir uçurumdan aşağı atarsam? Umutsuzluğa kapılmak istemiyorum. Oblomov diyordu ki: “…duyduğunuz şey gerçek aşk değil, sadece bir aşk umudu…”. Bu aşk umudu ile rüyalarımdaki kişinin bir gün karşıma çıkacağına dair bir inanç yeşertmek istiyorum kurak topraklarımda. 

 

    Bu aşk umudumu, geçmiş deneyimimin bastırmasından endişe duyuyorum. Her gece ortaya çıkan bir kabus gibi uykularımı çevreliyor. Sokaklar, şarkılar, filmler, sözler, kişiler. Bu anıların çevrelediği kara parçasından uzaklaşırsam sanki kendimden de uzaklaşmış olacağım ve yepyeni bir hayata adım atabileceğim. Peki kendimden gerçekten kaçabilecek miyim? Ben koştukça anılarım beni kovalamaya devam edecek mi? Ne kadar hızlanırsam onları geride bırakırım? Belki 3 bin kilometre. Yoksa bu yolculuk da 2046’dan dönmeye mi benzer? Ben ne kadar gidersem gideyim benimle mi gelir o anılar? Arkamda kimseyi bırakamaz mıyım? Aşk umudum beni ne kadar takip edebilir?


    Gözlerinizi kapatıp Casta Diva'nın büyüsüne kapılmanız için aşağıda link bırakıyorum. Dinlerken sanki biri kulağıma fısıldıyor aşk kırıntılarını. Bir kadının sesi, aşkı için kendi feda edebilecek bir kadın. Aşka inancıyla, aşk için feda ettikleri. 


"quando il cor ti diedi allora,

ah, riedi a me."


"when i gave you my heart then, 

ah, come back to me."


Yorumlar

Popüler Yayınlar