Hayatta Kaldığım İçin


Bugün kendime hayatta olduğum için ne kadar şanslı olduğumu söyledim. Birdenbire böyle hissetmem canımı acıttı. Hala hayattayım, geçmişe rağmen. Ne kadar zor hissetmek yeniden aynı acıları. Şu an burada olmam ve o zaman hayata devam etmeye karar vermiş olmam mucize gibi geliyor. Beni ne tuttu da hayatta kaldım acaba diye düşünmeden edemiyorum. Acılara alışkanlık mı ya da mutluluğa dair umut mu? Bir şeyler beni belimden kavramıştı ama lastik gibiydi bu kavrayış: bir ileri bir geri gidiyordum durmaksızın. Sabitliği yoktu, hareket halindeydi varlığım. Bir hayalet gibiydim: ne vardım ne yoktum. Kimileri görebilirken benliğimi, kimileri farkına dahi varmıyordu. En acısı da ben neresindeydim kendimin? Öylesine yalnız, öylesine içime dönmüştüm ki hissettiklerimin gerçekliği kaybolmuştu. Şimdi ise bunlardan sık sık bahsediyor oluşum, bu yaşadıklarımın bana gerçek gibi hissettirmiyor oluşu olabilir. Belki rüyaydı bunlar, belki hayal gücümün ürünleri. Uykumdan uyandığımda hangi zamana, nereye uyandığımı sorgular olmuştum. Sisli günlere açıyordum gözlerimi ve sis asla dinmiyordu. İçim karanlıktı, gözlerim ışığa bakamıyordu. O döneme ait o kadar anı bellemişim ki aklımda, her bir anı ayrı bir çağrışım yaratıyor. Bir şarkı, bir mekân ya da bir his. Hatırlamaya başlıyorum Proust’un dediği gibi: gökyüzünde, denizde, toprakta. Köklendiğim her yere ait bir iz var ve ben o izlerin altında eziliyorum. Çizilmiş tüm bedenim, parçalanmış düşüncelerim. Duygularımdan bağımsız bir noktada, bir virgül daha atıyorum hayatıma. Devam etmek için, durmamak için virgüllere devam ediyorum ama zamanı geliyor bu durumu sonlandırmanın. Denize yürür gibi ilerliyorum anılarıma, kumlara temas ediyorum önce. İlerledikçe ayak tabanlarımın ıslandığını ve ıslak kumun içine doğru batmaya başlayan adımlarıma çeviriyorum gözlerimi. Tıpkı içimde hissettiklerim gibi batıyor onlar da derinlere ve arkalarında bıraktıkları izler siliniyor dalgaların varlığıyla. Ne kadar bıraksam geride ne kadar silinse de izlerim, ben yürümeye devam ettikçe onlar da durmaksızın yeniden doğmaya devam ediyor. 

 

Tüm bu yaşadıklarım kendi gücümü fark etmemi sağladı. Direnişimde kollarını sıvayan irademi hissediyorum. Öyle güçlü bir duruş ki bu, gözlerimi yaşartıyor. Kendime daha sık teşekkür etmeliyim, kendimi daha sık tebrik etmeliyim. Şu an, burada olmak çok güzel. Yaşadıklarımın maddi olarak geçmiş olması çok güzel. Negatifliği barındırmadığım hisler var bedenimde. Zihnimi kurcalayan ve rüyalarım içerisinde var olan bu yaşantılar, günlük hayatımın merdivenlerini çıkabilmek için korkuluklarından destek alıyor. Bu durumun manevi olarak geçeceği bir nokta olabilecek mi emin değilim. Bildiğim bir şey var ki, ben, bununla yaşamayı öğreniyorum ve buna adapte oluyorum. Geçmişin izlerini hiçbir zaman silemeyeceğim ama onların arkamdan yürümesini sağlayabilirim. Eskiden beni geçip yürüyen geçmişim, gittikçe arkamda kalıyor ve sadece gölgesi bana değiyor. Zamanla o gölgeyle de arama mesafe girecek. Her zaman arkamda olacak ama beni geçmesine izin vermeyeceğim. Yaşamak çok değerli, ben daha da değerliyim. Kendime dönüp baktığımda gördüğüm siluetin varlığı kocaman bir güneş olmuş ve aydınlatmaya başlamış çevresini. Etrafını sarmış bulutlar ama dostane tavırları ile gün batımında pembemsi ışınlarını denize yansıtarak bir şölen sunuyor varlıklara. Bu oluşuma tutunmayı seviyorum. Yarattığım çehremi taşımaktan gurur duyuyorum, kendi ayaklarım üzerinde sağlam adımlar atmaktan hoşlanıyorum. İyi ki buradayım.

 

Artık tüm bu olanlarla yüzleşmenin zamanı geldi. Kabulleniş gerçekleşiyordu ancak yüzleşmek hep başka bir kenardaydı. Hatırlamaya başlıyorum ilk teması, ilk tartışmayı, ilk birlikteliği, ilk dostluğu, ilk hediyeyi ya da ilk hissi. Bitmesinin başlangıcı olarak atfettiğim Aya Yorgi’ye çıkmalıyım ve orada olmuş olanlarla kendi gözlerimle yüzleşmeliyim. Üzerine yürümeliyim anılarımın ki, o an’lar ölsün. Kendimi özgür bırakmalıyım, bağırmalıyım içimdeki her şeyi. Tüm o eski sevgimi, inançlarımı… Kalmamış olan duygularım ile başkalarını kırmamalıyım, karışık sinyaller göndermemeliyim. Gözlerim açıkken görmüyor sandığım bakışlarımın ardında kalan gerçeklikle barışmalıyım. Elimden kayıp gitmesine izin verdiğim bu sevgi tozlarının uçuşuna huzurlu bir var oluş ile temas etmeliyim. İçini doldurduğumuz bu pembe panjurlu evin, panjurlarının çoktan kapandığını ve bu panjurları yan yana, sırayla kapadığımızın gerçekliğini kabul etmem lazım. Şimdi yeni bir eve taşınmalı kalbim, pembe panjurlarından vazgeçmeli: Hisler çoktan göç etmiş ama beden orada hapsolmuş. Anılara teslim etmişim bedenimi ve onların arasındaki çıkışı bulamıyor kalabalıktan dolayı. Doldurdukça doldurmuşuz, boşluk bırakmak istememişiz. Şarkılar koymuşuz; filmler, insanlar, resimler, fotoğraflar, yemekler, kafeler, adımlar… Hayatımın yeniden şekillendiği bir noktaya kadar gelmişiz: Veronika olmuşum. “Berin” kimdi, hatırlamakta güçlük çekiyorum bazı zamanlarda; anımsayamıyorum ne farkı vardı şimdiye kıyasla. Her yeni birine vereceklerimizin özgünlüğü yitiriyoruz eski ilişkilerimizle. Öz olabilmesi için az olmalı hislerimizi paylaştıklarımız. Tekrar etmekten kaçınırken aynı hediyeleri, tekerliği boşa döndürüyor buluyoruz kendimizi. Hazırladığım kaset yüzünden, şimdi vereceğim kaset yeni bir kaset olamaz tamamıyla. İçi boşken bile doludur o geçmişin anılarıyla. Yeni bir kasete başlamıştım ve başı biraz doluydu ama şimdi süresi azalıyor onun da. Az kaldı ve o kaset bitecek, yenisi gerekecek. Sıfırdan başladığımda her şeye, yeniden yazacağım benliğimi. Yeniden bulacağım hissettiklerimi. Kaybettiğim duygularım gün yüzüne çıkacak ve korkmayacak. Şimdi korkuyorum eskilerin tekrar etmesinden. Bir rivayet gibi başıma konmasından ve onlarla beraber denize batmaktan endişeleniyorum. Bakmaktan bile çekindiğim hislerim, birikiyor içimde. Besliyorum onları gözyaşlarımla, tohumları yeşermeye başlıyor. Hissediyorum yeniden. Bu anılarla dolu odadan bedenimi kurtarmam için, bir bedenin beni çekip alması gerekiyor. Kendi yolumu bulamıyorum. Yine de mutluyum ve hazırım. 

 

Buraya yazarken neler bekliyorum ya da neler beni bekliyor hiç bilmiyorum. Bilmek de gerekmiyor. Bildiklerimiz bu zamana kadar kaç vazo doldurdu, gözyaşlarımız kaç çiçeği yeşertti? Nostaljinin bir etkisi gibi geliyor yazmak: sanki bir mektup gönderiyorum. Zweig vari anonim bir mektup ve kapına bırakıyorum. Bir süre boyunca paylaşmak istemediğim bu geçmiş anılarımı, artık benden uzak bir noktaya koyup önceliğim haline getirmemek istiyorum karakterimde. Kendime baktığım zaman o acıları görmeyip korkmayacağım bir hale gelmelerini diliyorum. Bu manzarada bir umut ışığı gözlüyorum sanki, küçük bir işaret feneri. Ne içinde ne dışında olduğum bir çember gibi. 




 

Yorumlar

Popüler Yayınlar