Hayallerim İçin

Tuz Gölü'19



Bu yazı, benim kırgınlıklarım hakkında. Yaşayıp unutamadıklarım, eksik yaşadıklarım ve hiç yaşayamadıklarım hakkında. Gördüğüm yüzlerin hafızamda canlandırdıkları anılar, hissettiğim duyguların boşluğu, anlamsız olan hayatım ya da anlam arayışım. Öyle zamanlar oluyor ki bu kırgınlıklarım gün yüzüne çıkıyor ve bir süre oralarda dolanıyorlar. Belki de kıyıya vuruyorlardır, denize geri itilmek ya da dalganın gelip onları almasını bekliyorlardır. Bu kırgınlıklar beni arayışlara sevk ediyor. Anlamı aramak istiyorum; doğruyu, yanlışı, sevgiyi, saygıyı… Aramaya karar vermek yerine istemekle yetinmek zorunda kalıyorum çünkü neyi, nasıl arayacağımı bilmediğimi fark ediyorum. Aramak, istemekten ibaret değil. Aramak, bir eylemdir, harekete geçmelidir insan. Ben ise henüz aramaya geçememiş biriyim sanırım. Bu kırgınlıkları aramak istemiyorum galiba. Daha fazlasına denk gelmekten korkuyor olabilirim. Oysa ki daha fazlası nedir ki? Zaten bir kere kırılan, bir daha nasıl kırılabilir?

 

Küçük yaşlarda hayaller kurmaya başladım. Her şey olmak istiyordum. Şarkıcı, balerin, sporcu, mimar, psikolog… Neyi istiyorsam deniyordum. Pes etmek yoktu içimde. İstediğim zaman bırakıyordum, kendi dileğimle. Bir zorunluluğum yoktu çünkü. Şimdi ise hayal kurmaktan vazgeçmeye başlamış gibi hissediyorum ve gerçekliğin derinlerine doğru sürükleniyor gibiyim. Bazen geriye dönüp baktığımda -fazla vakit bulamıyorum- oradaki hayallere neler olduğunu çözmeye çalışıyorum. İçimdeki o tutkular, o heyecanlar hala orada aslında. Bunu hissedebiliyorum ama gerçeklik denilen bir duygu, tüm bu hayalleri bastırıyor. Onları “kendi” gerçekliğinde tutmaya çabalıyor. Oysa ki gerçeklik dediğimiz nedir ki? Belki de bize gerçek ve hayal kavramı ters öğretildi. Belki de hayaller asıl olması gerekenlerdi. Maddi kaygılar olmamalıydı ya da hayallerimizin maddi getirisi iyi olabilmeliydi. Biz ne zaman böyle düşünür olduk? Ne zaman büyüdük? Ne zaman hayallerimizi geride bırakmak zorunda kaldık?

 

Bakıyorum şimdi geçmişime. Lise başlarındaki birçok hayalimden geriye kalan birkaç hayal kırıklığıdır şu an. O dönemlerde hayallerimi gerçekleştirebileceğimi düşünürken, gerçekliği onlar olarak düşünürken gözümü boyamaya başladılar gerçeklik denen şey ile. Onlar boyadıkça ben körleştim. En sonunda kendimi de göremez oldum. Bunu yavaş yavaş yaptılar. Önce geç kaldığımı söylediler hayallerimi gerçekleştirebilmem için, sonra derslerime odaklanmam gerektiğini söylediler. Bunlar yanlış zamanlarda söylenmişti oysa ki. Geç kaldığımı söylediklerinde, derslerime odaklanmam için de ben geç kalmıştım. Hep bir geç kalınmışlık vardı, hep bir eksiklik. Tükenmeyen birtakım şeyler vardı içimde. Hayal kırıklarım oluşmaya başlamıştı. Bir de üstüne sevgi ile tanışmıştım.

 

Sevgi ile tanışmamdı belki de beni geçmişe baktıran ve oradakileri görmemi sağlayan. Geçmişimi, hayallerimi neredeyse tamamen “gerçeklik” ile değiştirip yaşamaya çalışırken sevmek beni geçmişime geri götürdü. Sevdiğim insanlarda, bende olmayan bir şeyler vardı hep ve beni tamamlıyor gibilerdi. Aslında bu olay birbirini tamamlamaktan çok, sana “eski seni” hatırlatmakmış. Sevdikçe hayallerimi hatırladım ve olmak istediklerime bağlandım. Belki üzerine biraz daha hayaller ekledim. Sevgiyle beraber ben büyüdüm, hayallerim büyüdü. Sevgiyle beraber hayal kurdum ve onunla beraber adım attım. Sevgi beni hep ileriye taşıyandı. Yine de sevgi ile tanışana kadar olan endişelerim, sevgi ile beraber tamamen azalmamıştı. Sevgi bizi kırdığı zaman hayallerimiz de çatlıyordu.  İnancımız kırılabiliyordu, biz kırılabiliyorduk. Yine ve yine “gerçek” olana dönüyorduk ve hayallerimi bırakıyorduk geçmişte ta ki yeni bir sevgi ile karşılaşana kadar.

 

Ne zaman böyle büyüdük ve endişelerim arttı? Ne zaman bu kadar kırıldık bilmiyorum ama bu bir süreçti ve süreç boyunca hırpalandık. Şimdi yapabildiğim ise şu anı yaşarken geçmişe dönüp bir göz atmak. Kendimizi hatırlamak, zaman zaman yitirdiğimiz kendimizi. Kimdik biz ve kim olduk? Ne olmasını istiyorduk ama neler oldu? Bütün bu sorular geçmişe bakmakla günümüzde su yüzüne çıkıyor ve evet, pişmanlıklar… Belki de geçmişe bakmamalı insan diyorum çünkü hep bir pişmanlığımıza denk geliyoruz orada. Yine de hatırlamaktan zevk aldıklarımız da oluyor. Bir zamanlar olan kendimizi yeniden hissetmek bize kendimizi yeniden bulmanın hazzını verebiliyor. “Kendini yeniden bulmak”. Bir zamanların hayalperest kızı, şimdi maddi kaygıların derdine düşüyor ve hayallerini geride bırakmak zorunda kalmış oluyor. Üzülüyorum ona baktıkça çünkü böyle olmamalıymış gibi hissediyorum. Bir yanlış var, bir eksiklik var sanki. Şimdi de istiyorum ki o kız bu hayallerini yeniden hatırlasan ve “geç kalınmışlık” kelimesini bir kenara bırakıp geç kaldığı yerden devam etsin. Hayat bir uçurtma gibidir. İpin ucunu kaçırırsan uçar gider ancak biraz koşarsan ipin uzayan kısmında onu geri yakalayabilirsin ve onunla beraber koşabilirsin.

 

Kapıldığımız gerçeklik algısını geride bırakmanın zamanı gelmiştir belki. Ben tek bir insanım yerine, belki de ben birçok insanım diyebilmeliyiz. Tek bir unvan yerine birçok isimle anılmalıyızdır. En önemlisi de mutlu olabilmeliyizdir, yaptıklarımızla. Pes etmemeli ve hayallerimizden vazgeçmemeliyizdir. Sevmeli ve sevdikçe hayal etmeliyizdir. Kaçan uçurtma ipimizi yakalamamız için bir desteğimiz olmalıdır. Bize ipin ucunun kaçtığını anımsatmalıdır. Sonra da yanımızda bizimle koşmalıdır, ipin ucunu yakalayabilmemiz için. Koşmalı insan, daha hızlı koşmalı. Yanına sevgisi ve hayallerini de almalı. Geçmişini hatırlayarak yeni düzlüklere doğru koşmalı. Sevmeli ve hayal etmeli…

Yorumlar

Popüler Yayınlar